Aradan yüzyıldan fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen, bugün yani 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü öncesi karşımızda tüm ağırlığıyla duruyor sınır kapısında eteğine ilişmiş çocuğu ile bakan mülteci kadın. Kadın olmanın tarihsel ve toplumsal tüm ağırlığına göçmenliği de katarak bir kez daha ezilen, yoksullaştırılmış, ötekileştirilmiş tüm göçmen kadınlar, benliklerinden, geçmişlerinden, geleceklerinden yaralanıyor.
Ekonomik kriz ile boğuşan, sağlık&eğitim gibi temel unsurların sistemsiz ilerlediği bir ülkeye işsiz, geleceksiz gelen bir göçmen kadının nelerle karşılaşabileceğini düşünüyorum: Arkanda bıraktığın ülkede ne olduğunun, hangi vasıflara sahip olduğunun burada bir önemi yok. Gelinen yerde hayata sıfırdan başlamak, kendini başka bir dilde ifade etmek, gündelik bir ihtiyacı dahi nasıl karşılayacağını öğrenmek zorundasın. Hastalıkta bile hastalığına göre hangi hastanenin nöbetçi olduğunu bilmek; karnında 8 aylık bebeğin, elinde tomarla tuttuğun kayıt evraklarıyla B binasından G binasına koşarak karşındakine sınırlı dil bilginle derdini anlatmaya çabalamak ama yine de paparayı yemek yaşanan absürtlüklerden sadece bir kısmı. İşsizlik, gelecek kaygısı gibi konularda ise en büyük handikap, geçmişte verdiğin emeğin burada herhangi bir karşılığının olmaması ve bununla yüzleşirken bu sorundan çifte kavrulmuş etkilenmek.
Vasıfsız ya da alan dışı işler, düşük ücretler, sigortasız çalışma ve emeklilik hayalleri. Yaşanan bu sorunlar, biz mülteci/göçmen kadınlar tarafından da en az bir Yunan kadar hissediliyor ve bu aynı zamanda oluşan toplumun ruh haline de miskinlik, umutsuzluk olarak yansıyor. Dilini konuşamadığı ya da derinlikli iletişim kuramadığı için yalnızlaşan kadınlar genelde ya kendi küçük homojen grupları ya da evinin içinde hapis kalıyor. Bu içe kapanma, toplumla araya bir boşluk koyuyor ve aslında tüm korkular, öfkeler, endişeler o boşluklara doluyor. Bu boşluklara ilk dolan şey de ırkçılık oluyor. Çocuk sahibi göçmen bir kadın olarak hemen akla gelen ilk sorular şunlar oluyor: Bu çocuk, adından, saçının/teninin renginden aksanından dolayı okulda ırkçılığa maruz kalacak mı? Din dersinde ne ile karşılacak? Ezbere dayalı eğitim modelinde ilerleyen sistem, çocuğun geleceğinde ne kadar etkili olacak ve yahut dilde yetkin olmayan anne-babalar, bu sistemde nasıl rol alacak? İnsan bir kere yola düştü mü, düşünceleri de geleceği(çoluk-çocuk) de uzuyor gidiyor. Yani, bugün göçmek sadece bugünün toplumuna değil, en az iki kuşak sonrasına kadar etki ediyor. O yüzden göçmen olarak yaşanan sıkıntıların çözümünde de var olmak gerekiyor.
Bütün bu sorunlara karşı, hali hazırda sürmekte olan toplumsal mücadelenin bir parçası olmak, bu sorunların çözümünde atılması gereken ilk adım. Ancak bu mücadeleye bizleri katacak olan öznenin, göçmen kadınları mücadeleye dahil edebilmek için gerekli kanalları açması gerek.
Direnen, üreten, kendini seven, kadınlığından “utanmayan” tüm kardeşlerime selam ederim.
antigeitonies3.blogspot.com sayfasından alınmıştır.