Tarihi olmayan Ta bilinmeyen zamanlardan, kadınlarız
Biz kara kıtayız
Ayağa kalkalım kadın köleler
Bariyerleri kıralım,Kalk ayağa, kalk, kalk
Köleleştirilmiş, aşağılanmış kadınlarız
Satılan, alınan, tecavüz edilen,
Bütün evlerdeki kadınlarız.
Dış dünyadan kovulan.”[2]
2019 yılı dünyada emek hareketleri açısından bir hayli hareketli geçti. Bazıları “rejim” (Sudan),bazıları ise yönetim değişikliklerine yol açan ve milyonlarca kişinin katıldığı, pek çoğu ülkenin bütününükapsayan uzun süreli grev ve protesto gösterilerinde dikkat çeken bir yön, küresel ölçekte muhalefetingiderek emek eksenine oturmakta olmasıysa, bir diğeri kadınların öne çıkmalarıydı. Evet, 2019’da kadınlar her yerdeydi: meydanlarda, oturma eylemlerinde, işgallerde, grevlerde, sokakçatışmalarında… Üstelik giderek daha görünür, daha etkin, daha kararlı bir biçimde…Şili’li kadınların kısa sürede dünyayı saran (ve yalnızca Türkiye’de kovuşturma konusu olan!)tecavüze karşı “Las Tesis” dansı… evet. İspanya ve Fransa’da ev içi şiddete karşı yürüyen yüzbinlercekadın… evet. İsviçre’de yarım milyon kadının ayırımcılığa karşı, eşit işe eşit ücret ve çalışma yaşamında eşitlik talebiyle katıldığı, 1917’den bu yana ülkede gerçekleşen en büyük grev… evet.Ancak bu kadar değil. 2019’daki protestoların çarpıcı özelliği, kadınların rollerinin ataerkilgelenekler çerçevesinde belirlendiği, kamusal yaşamın dışında tutulmaya özen gösterilen Batı-dışı dünyadada alışılmadık biçimde öne çıkmaları oldu.
Örneğin Lübnan’da: 6 Kasım günü kadınlar ellerinde mumlarla hükümetin istifasını talep eden biryürüyüş düzenlediler.Örneğin Sudan’da: Devlet Başkanı El Beşir’in tutuklanması ve ardından da iktidara el koymayakalkışan ordunun geriletilmesiyle sonuçlanan kitlesel protestolara kadınlar yığınsal olarak katılmaklakalmadı, gösterilerin örgütlenmesine öncülük etti, göstericilere lojistik destek sağladı… Sudanbaşkaldırısının simgesel figürünün kitleleri coşturan 22 yaşındaki Alaa Salah’ın beyazlara bürünmüşgörüntüsü olması, rastlantı değil.Örneğin Hindistan’da: Kadınlar, üstelik de o güne dek protesto gösterilerinde fazla boy göstermeyenMüslüman kadınlar, 11 Aralık 2019’da yürürlüğe giren ve Pakistan, Bangladeş ve Afganistan’dangayrımüslim sığınmacılara iltica hakkı tanırken Müslüman mültecileri dışta bırakan Yurttaşlık yasasına karşıayaklanmada başı çektiler. Çoğu (nasıl olsa evlenip gideceği için ailesinin ihmal etmesi nedeniyle) kimlikbelgesinden yoksun olan Müslüman kadınlar, ırkçı ve İslamofobik Bharatiya Jana Partisi iktidarının buadımının ülkede yaşayan Müslümanların yurttaşlığını tartışmalı kılacak bir düzenlemenin birincil hedefihâline getireceğinin bilincindeydi. Ve büyük bir çoğunluğu, evinin dört duvarının dışına ya akraba ziyaretiya da çarşı pazar için çıkmış Müslüman kadınlar, kitlesel olarak sokaklara döküldüler. Gösterilerin ençarpıcısının geçtiği Delhi’nin güneyindeki Shaheen Bagh yolunu haftalar boyu işgal ederek trafiğekapattılar. Söylev verdiler, yerlere grafitiler çizdiler, slogan attılar, şarkı söylediler, yemek pişirippaylaştılar, çocuklarına ders çalıştırdılar… Ev kadını, öğrencisi, öğretmeni, ninesi, torunu, avukatı,mühendisi, aşçısı… Binlerce kadın dönüşümlü olarak işgali sürdürürken, “Biz de varız!” diyehaykırıyorlardı dünyaya…Delhi’de Müslüman kadınların gösterileri sürerken ülkenin güneyinde, Tamil Nadu eyaletinin yedikentinde besin işlemesinde çalışan kadın işçiler daha iyi çalışma koşulları ve daha yüksek ücretler için grevegidiyor, bununla yetinmeyerek yollara barikatlar kuruyor, polisle çatışmaya giriyordu. Gösterilerdetutuklanan 600 kadın işçi, arkadaşlarının protestoları sonucu serbest bırakılacaktı.Örneğin Irak’ta: 2019 yılında Irak’ta patlak veren isyanda kadınlar ön saflardaydı. Bağdat’ın TahrirMeydanı’na çıkan yollar, kadın sanatçılar tarafından çizilmiş kadın resimleriyle dolmuştu: Mücadele eden,haykıran, protesto eden kadın resimleri.
Yüzlerce kişinin polisin kullandığı gerçek mermilerle yaşamınıyitirdiği gösterilere genç kadınlar, kimi zaman onları tehlikeye atmak istemeyen ailelerinden gizlicekatılıyor, yaralananların tedavisinde, işgalcilere yiyecek-içecek sağlanmasında görev alıyor, konuşmalarıylagöstericileri coşturuyorlardı. Rejim indinde tehlikeliydiler: öyle ki, bir kadın eylemci, Saba el-Mehdavi’ningece gösterilerinden evine dönerken silahlı kişiler tarafından kaçırılacaktı. Örneğin İran’da: “Hicap”ın Batı-karşıtlığının ve rejimin simgesi olarak yıllardır kadınlaradayatıldığı, kullanımında en ufak bir “gevşeklik”in devrim muhafızlarının şiddetine uğramak, meydanlardakırbaçlanmak, gözaltına alınmak gibi müeyyidelerle karşılaştığı ülkede başörtüsü kadın protestolarınınodağında yer alıyor. Genç kadınların saçlarını rüzgârda uçuşturdukları fotoğraflarını sosyal medyadapaylaştıkları, ya da saçlarını kazıtarak boy gösterdikleri protestolar, giderek yerini başları açık katıldıklarıprotesto gösterilerine bırakıyor. İran’da hayat pahalılığına, baskılara ve yolsuzluklara karşı Kasım 2019’dapatlak veren protestolarda güvenlik güçlerince öldürülen 1500 kişinin en az 400 tanesi kadındı. Ve hâlenyüzlerce kadın, başlarını açtıkları, gösterilere katıldıkları, güvenlik güçlerine direndikleri gerekçesiylecezaevlerini dolduruyor.Örneğin Çin’den sonra dünyanın ikinci büyük hazır giyim üreticisi olan Bangladeş’te: Büyükbölümünü kadınların oluşturduğu, H&M, Walmart, Tesco ve Aldi gibi perakendeciler için giysi üreten 50bin hazır giyim işçisi ücretlerin yükseltilmesi talebiyle Dhaka kentinde greve gidiyor, güvenlik güçleriningöz yaşartıcı gaz ve plastik mermili saldırıları altında otoyolları işgal edip trafiğe kapatıyor. 2013’de bir fabrikanın çökmesi sonucu büyük bölümü kadın, 1130 işçinin yaşamını yitirdiği Savarkentinde yoğunlaşan gösteriler, işçi ücretlerinin % 51 oranında arttırılmasıyla sonuçlandı. Ama zamlıhâliyle ayda 90 doları geçmeyen ücretleri Bangladeşli hazır giyim emekçilerini tekstil sektöründe dünyanınen düşük ücretli emekçileri olmaktan kurtarmıyor. Ve yığınsal grev okulundan yetişen Bangladeşli kadın emekçiler, yeni grevlerin kapıda olduğunu söylüyorlar. Örneğin Kamboçya’da: 2019 başlarında Phnom Penh kentinde büyük bölümü kadın onbinlerce hazırgiyim işçisinin greve gitmesi üzerine binin üzerinde arkadaşları işten çıkartıldı.
Kadın emekçiler pes etmediler ve eylemlerin sürdürerek işten çıkartılan işçileri geri aldırmayı başardılar.Örneğin Sri Lanka’da: Büyük çoğunluğu topraksız Tamil köylülerinden oluşan, yarıdan fazlası kadınçay toplayıcıları, aldıkları sefalet ücretlerine karşı (500 rupee ya da 2.70 dolar), insanca bir ücret için grevegitti.Örneğin Meksika’da: Onbinlerce kadın, Mexico City’de Latin Amerika’yı kasıp kavuran machismo,aile içi şiddet, taciz ve tecavüzleri protesto için 2019 sonlarında sokaklara döküldü. Kadınlar giysilerinin,içki içmelerinin, geceleri yalnız başlarına sokakta olmalarının, yalnız yaşamalarının ya da flört etmelerinintaciz ve tecavüze davetiye olmadığını haykırıyorlardı. Günde on kadının cinayete kurban gittiği Meksika’dakadına yönelik şiddet organize suçun yükselişine koşut olarak tırmanışta.BM verilerine göre Latin Amerika ülkelerinde her üç kadından birinin cinsel ya da fiziksel şiddeteuğramasına karşın, kadın cinayetlerinin yüzde 98’i kovuşturulmuyor. Bu nedenledir ki 2019 yılında LatinAmerika ülkelerinin sokakları öldürülmek, tacize, tecavüze ve şiddete uğramak istemeyen yüzbinlercekadının protestolarıyla çınladı durdu…Bu tablo, kuşbakışı bakıldığında, dünya kadınlarının protesto ve taleplerinin üç başlık altındatoplanabileceğini gösteriyor bize: Latin Amerika’da şiddete ve kadın cinayetlerine yönelik protestolar, OrtaDoğu’da kamusal alanda özgürce boy gösterme talebi, Güney ve Güneydoğu Asya’da ise aşırı emeksömürüsüne karşı protestolar ön plana çıkıyor. Bir başka deyişle, emek, beden ve kimliğe ilişkin itiraz vetalepler üzerinde yoğunlaşıyor, kadınların küresel ölçekte giderek kitleselleşen protestoları… Bunun bir rastlantı olduğunu söylemek zor. Çünkü 1980’lerden bu yana yerküreyi kasıp kavuranneoliberal talanın her özgül ezilen grubuna yönelik bir “eziyeti” var: kadınların payına düşen ise, dizginsizemek sömürüsü, bedenlerinin değersizleşmesi ve kamusal alandan püskürtülmelerine yönelik siyasaların öneçık(artıl)ması oldu.Eşitsizliğin tüm tarihsel biçimlerini yeniden dizilime tabi tutarak kendi işleyişine dahil edenkapitalizmin, kadınlığın tarihsel olarak biçimlenmiş üretici ve yeniden üretici rollerini de kârınazamîleştirilmesi doğrultusunda temellük ettiği bilinir. Üretici rolünü: kadınlar tarihsel eşitsizlikleri/ ikincillikleri ve yeniden üretim görev(ler)inimünhasıran tek başlarına üstlenmeleri gerektiğine dair biçimlen(diril)miş bilinçleri gereği üretim içindekikonumlarını gel-geç, ikincil görme eğilimindedirler. Bir başka deyişle, ataerki tarihsel olarak kadınlarındomestik rollerini vurgular, onlara “kadınsı” görevleri ihdas eder: Analık, bakım, sürdürüm faaliyetleri,besinlerin hazırlanması-dikiş-nakış-temizlik vb. Bu ideolojik biçimleniş üretimin ilk kez geniş ölçeklibiçimde hane (domestik alan) dışına taşındığı kapitalist sistemde, kadınların domestik alana tahsis edilmiş emeklerini piyasada ikincil, gel-geç olarak görme eğilimini beslemiştir. Fiiliyatta bu, düşük ücretlere, uzunçalışma saatlerine, kötü çalışma koşullarına, düşük sosyal güvencelere razı olmak anlamına gelir: ne deolsa evin birincil ekmek getireni erkektir; kadının çalışması ise ikincil, geçicidir. Bu, kapitalistleri kadın (ve çocuk emeği) kişiliğinde devasa bir ucuz kaynak erişimine açmıştır.Kadın işgücü erkek işgücünden çok daha ucuz ve uysaldır: Sınıf mücadeleleri kapitalist pazarın birbölgesinde kadın işgücünün fiyatını arttırma eğilimine girdiğinde, o zaman dünyanın ataerkil geleneklerindaha baskın olduğu, daha az aşındığı bölgelerdeki yedek kadın işgücü rezervlerine başvurulur: SanayileşmişAvrupa’da kadın emekçilerin ücretleri yükseldikçe, şirketler üretimlerini kendilerini kırsaldan yeni kopmuşgenç kadın yığınlarının beklediği (örneğin) Güneydoğu Asya’ya yönelteceklerdir. Böylelikle, Nike, Walmart, Gap, H&M ve Ivanka Trump, Beyonce gibi “ünlüler”in sahibi olduğugiyim firmaları ayda 100 doların altındaki, yani temel gereksinimlerini bile karşılamaya yetmeyecekücretlerle ve de son derece sağlıksız koşullarda çalıştırdıkları (24 Nisan 2013’de Bangladeş’de giyim imalatatölyelerinin yığıldığı Rana Plaza çökmüş ve büyük bölümü kadın, 1133 kişi yaşamını yitirmiş, binlercesi yaralanmıştı), çoğu durumlarda kimyasal soluyan kadın işçilerin yağamaladıkları emekleri üzerindenkârlarına kâr katmaktadırlar.
Evet, bugün “üretimde işçi sınıfının yerini robotlar almakta olduğu” söylencelerine karşın giyim,elektronik, hazır besin, farmakoloji, oyuncak… velhasıl gündelik kullanım nesnelerimizin büyük çoğunluğu,Batı dışı dünyanın, ama özellikle de Asya ülkelerinin merdiven-altı atölyelerinde, mahalle aralarında,denetimden uzak, boğaz tokluğuna, kölelik koşullarında çalıştırılan milyonlarca kadın ve çocuk tarafından üretiliyor. Bangladeş’te ve Vietnam’da giysi imalatında çalışan işçilerinin yüzde 80’i, Sri Lanka’da yüzde71’i, Kamboçya’da ise yüzde 90’ını kadınlar oluşturuyor.Ama aynı zamanda yeniden-üretici rolü: Yukarıda da vurguladığım üzere, kadınlar yeryüzününbüyük bölümünde, ataerkil gelenekler tarafından, yeniden-üretimci rollere atanmış durumdalar: aile içindebakım-besleme-onarım-sürdürüm görevleri, “domestik alan” faaliyetleri… Kapitalist sistem tarafındanbüyük bir memnuniyetle temellük edilen bir işbölümüdür bu: işçinin ücretini olabildiğince düşük tutarken,bu ücretin kullanılacağı yeniden üretim faaliyetlerini (yemek pişirme, temizlik işleri, çocukların, hastalarınbakımı vb.) bilabedel kadınların üzerine yıkmak… Bu yükü taşıma kapasitesi düşük kesimlere ise buhizmetleri (yine kadın emeği sayesinde ucuza maledilmiş ürünlerle) pazarlamak: hazır giyim, bulaşık-çamaşır makinası, buzdolabı, özel kreş ve yuvalar, Orta ya da Uzak Doğulu dadılar, hazır yemekler, internetpazarlamacılığı… Yani üretim maliyetlerini düşük tutarak kâr marjını her hâl ve kârda büyütmek. Bir başkadeyişle, yazı da gelse, tura da gelse kazananın kapitalistler olduğu bir sistem. İşçi sınıfının, özellikle kadın emekçilerin mücadeleleri, yeniden-üretimi kapitalist metropollerdeartan ölçülerde sosyal güvenlik sistemleri, sübvanse edilen kamusal hizmetler, ücretsiz eğitim ve sağlık gibiuygulamalarla kamusal bir göreve dönüştürmede etken olmuştu. (“Sosyal devlet”, “refah devleti”kavramları). Neoliberalizm, kamusal alanı ve sosyal güvenlik sistemini küresel ölçekte iki şeye güvenerekyağmalamaktadır: 1. Sosyalist sistemin yıklılışını izleyen yıllarda, özellikle de istihdamın deregülarizasyonu (esnekçalışma koşulları, yarım-zamanlı işlerin yaygınlaşması, sözleşmeli işçiliğin başat hâle gelmesi, kayıt-dışınınyükselişi…) koşullarında işçi sınıfının örgütsüzleşmesi ve yaygınlaşan işsizliğin tehdidi altında itirazmücadele yetisini yitirmesi;2. Ataerkil koşullanmalar nedeniyle kadınların “doğal görev” kabul ettikleri “yeniden üretim”iitirazsız üstlenmeleri…Böylelikle küresel kapitalizm tüm “modernlik” iddialarından vaz geçerek ücretli bir işte çalışsın-çalışmasın, kadınların aslî görevinin yeniden üretime ilişkin görevler, esas yerinin ise “domestik alan”olduğunu vurgulayan ataerkil ideolojiyi var gücüyle sahiplendi. Kadın emeğini değersizleştiren neoliberal girişim, onu (sosyal bütçeyi sermayenin yağmasınaaçarak) toplumsal destek(ler)den yoksun bıraktığı ölçüde, fiziksel varlığını da tehlikeye düşürmekteydi.Birkaç bakımdan:- Neoliberalizm, özelleştirmeler aracılığıyla kamusal hizmetleri daraltırken, kadınların sağlığına,eğitimine, istihdamına, fiziksel güvenliğine yönelik harcamaları kısıtlar, erişimini güçleştirir. Bu, kadınlarıngiderek daha fazla aileye (özellikle de baba ve/veya kocaya) bağımlı hâle gelmesini gündeme getirir.Kamusal alanda bağımsız bir varlık sürdürme olanağını yitiren kadın, böylelikle her türlü şiddete daha açıkve daha korunaksız hâle gelecektir.- Neoliberalizm sosyal bütçeyi tırpanlarken yeniden-üretim görevlerini kadınların sırtına yıkmaişlemini ataerkil propagandaya sarılarak ve/veya kadını ikincilleştiren ideolojilere omuz vererek meşrulaştırır: Kadınların dışarıda çalışma ve bağımsızlaşma yönelimleri, aileyi güçsüzşeştirmekte, sağlıksızkuşakların yetişmesine yol açmaktadır… Oysa analık “kutsal” bir görevdir… Dahası “ev kadınlığı” hiç deöyle küçümsenecek, burun kıvırılacak bir konum değildir; bir kadın ev işleriyle becerilerini ve yaratıcılığınıgeliştirebilir, kişiliğini güçlendirebilir, evinin “kraliçesi” olarak pekâlâ güçlü bir konum edinebilir…Kadınların doğurganlıklarını ertelemeleri ve sınırlandırmaları ulusların demografik dengeleriyle oynayarakgeleceğini tehlike altına atmaktadır… Kadın ve erkek “fıtratları” farklıdır; eşitlik, doğaya (ve/veya Tanrıiradesine) aykırı bir arzudur… vb. vb. Anaakımda giderek daha yaygınlaşan bu propaganda(lar) kadınlarınher türlü talep ya da itirazının şiddet yoluyla bastırılmasını meşru gören erilliği körükler…- Neoliberal talan “çok-kutuplulaşmış” dünyada etnik-dinsel motifli vekâlet savaşlarını körüklerken,iklim değişikliklerine yol açarken ve yerel geçim örüntülerini tahrip ederken artan ölçüde yerinden-yurdundan edilme ve kitlesel göçlere neden olmakta, bu durum, en çok kadın ve çocukları tehlikelere açıkkılmaktadır. – Neoliberalizm “devleti küçültme” retoriği ve“küreselleşmeci” yönelimiyle örgütlü suçuçeşitlendirmiş, işini kolaylaştırmıştır. İnsan kaçakçılığı, kölecilik, seks ticareti, organ mafyası… Özellikle kadın ve çocukları hedef alan tehlikeli girişimlerdir.Bu koşullar altında kadına yönelik şiddette, kadın cinayetlerinde ve cinsel suçlarda patlama olmasışaşırtıcı mı?Ve nihayet, neoliberalizm, “modernite”ye ilişkin iddialarından vaz geçip “post-laik” çağı ilanederken ve işine geldiği ölçüde, işine geldiği biçimde dinsel fanatizmle kolkola girerken, kadınları dinseldogmalar karşısında savunmasız bırakmaktadır. Orta Doğu’nun petrol başta olmak üzere kaynaklarınıyağmalamak üzere (seküler) “diktatörleri”nin yıkılması, meydanın İslamcı parti, hizip ve cemaatlerekalmasına yol açmıştır örneğin. Ve dinsel fanatizm, öncelikle kadınların kamusal varlıkları/görünürlükleriüzerinden doğrular kendini: iktidarı ele geçirmek için birbirleriyle yarışan hizipler, cemaatler, kadınları nekadar kapatıp ne kadar kamusal alanın dışına sürebildikleri üzerinden yarıştırmaktadırlar imanlarını… Kadınları artan şiddette protestolara yönelten, emekleri, bedenleri ve kamusal kimlikleri üzerindekibu üçlü kıskaçtır… Bu kıskacın giderek daralması, kadınların isyanlarını emekçilerin, yoksullarınprotestolarına katmalarına, küresel çapta bir kadın “Ya Basta!”sına yol açmaktadır.2000’li yılların protestolarında kadınların öne çıkması, kapitalist talanın dizgininden boşanmasındanayrı düşünülemez…
11 Şubat 2020 10:59:21, İstanbul.N O T L A R[1]
15 Şubat 2020 tarihinde ‘Kadının Başkaldırı Tarihi’ başlıklı etkinlikte yapılan konuşmadan…
Mart 2020…[2]L’Hymne des Femmes. (https://ekmekvegul.net/bellek/gunun-sarkisi-lhymne-des-femmes-kadin-marsi)
1 MAYIS’TA HAKLARIMIZI SAVUNALIM, EMPERYALİST YAĞMAYA KARŞI DURALIM! Uluslararası işçi sınıfının ve emekçilerin birlik, dayanışma ve mücadele günü olan 1 ...
AGEB bileşeni olan İsviçre Türkiyeli İşçiler Federasyonu (İTİF), 28. Kongresini “Derinleş̧en çeliş̧kilere, yoğunlaşan baskı ve saldırılara karşı örgü̈tlenelim, mü̈cadele edelim!” ...
Türkiye: Umut Yayımcılık tarafından Uluslararası Maoizm Sempozyumu düzenlenecek. 6-7 Nisan tarihlerinde Şişli Tiyatrosu’nda düzenlenecek olan sempozyumda dünya Maoist hareketinden konuşmacılar, ...
Avusturya’da politik mülteciliğe başvuran Özgür Doğan’a altı yıl sonra red ve iade kararı verildi 2014-2017 yılları arasında Rojava’da IŞID barbarlığına ...
DEPREMİN YARATTIĞI FELAKET VE YIKIMA KARŞI DAYANIŞMAYI BÜYÜTELİM! YAŞANAN KATLİAMIN HESABINI SORALIM! 6 Şubat günü Maraş merkezli yaşanan depremler Antakya, ...
İstanbul Tuzla’da üretim yapan ETF Tekstil fabrikasının kapatılması kararı sonrası, kıdem tazminatları ve ikramiyelerini alamayan işçiler, 22 Temmuz’dan itibaren fabrika ...
“EMPERYALİST SALDIRILARA HAYIR! ÖRGÜTLENME VE MÜCADELEYE EVET!” şiarıyla başlattığımız kampanya kapsamında tüm faaliyet alanlarımızın kolektif çalışmasıyla bir broşür hazırlanmıştır. Broşürümüz ...