“Biz Kolektivizmin Ürünüyüz.” – Genç röportaj
Avusturya’da son süreç de ki gelişmeler ve gençliğin örgütlenmedeki durumu, Avusturya’da seçim sonrası gelişen politik duruma dair Avusturya Ülke Gençlik Komitesi Başkanıyla yaptığımız röportajı yayınlıyoruz..
Avusturya ÜGK Başkanıyla röportaj
Avrupa Haber Merkezi: Kendinizi bize kısaca tanıtır mısınız?
- Merhaba, ilk başta size teşekkür etmek istiyorum bu röportaj vesilesiyle sesimizi duyurduğunuz için. Benim ismim M.K., 26 yaşındayım, 14 yaşından beri politik faaliyet içerisindeyim. Avrupa’daki siyaset gençliğimden beri ilgi alanım, buda büyük ihtimal burada doğup büyüdüğümden kaynaklanıyordur. Okula Almanya’da başladım ancak koşullarım ve ailemin iş durumundan kaynaklı Avusturya’da sonuçlandırdım. Pedagojinin cocuk bakımını ve gençlik sorunlarını içeren bölümünü okudum. 14 yaşında YDG ye üye oldum. YDG nin acilimi yeni demokratik gençlik, bu bir demokratik kitle örgütüdür ve daha çok göçmen gençliğin sorunlarıyla ilgilenir ve onları örgütlemeye çalışır. YDG ile Avusturya’da ATIGF derneğinde tanıştım ve 12 yıldır YDG de faaliyet yürütüyorum. Bu sene YDG ÜGK başkanı seçildim ve bu görevi gururla yerine getirmeye çalışıyorum.
Avrupa Haber Merkezi: Teşekkür ederim M.K. 14 yaşında bir gençlik örgütüyle tanışıp faaliyet yürütmek beni etkiledi, çünkü çocuk yaş da demokratik bir faaliyeti yüklenmek ağır bir is olsa gerek. Ama konumuza dönelim .. Bugün Avusturya’da yaşanan politik süreci kısaca özetleye bilir misin?
- Avusturya’da son seçim öncesindeki sürecinde çok da iyi olmadığını belirtmeliyim. Devlet hala ayni devlettir. Sadece şu an başında başkası oturuyor, yani oyuncu değişiyor ama sahne aynı sahne ve bu devleti devam yönetiyor. Ancak bu durum esasa ve devletin sömürücü ve gerici niteliğine dairdir. Kuşkusuz egemen kliklerin kendine has ve kendi çıkarları ekseninde özel politikaları farklılık gösteriyor. Bu durumu yadsımak siyasetin ruhuna aykırıdır. Ancak bir egemen sınıf kliğinin gericiliğini esas tehlike olarak göreceğimiz bir koşul içinde olmadığımızı belirtmekte fayda var. Parlamento Seçim süreciyle birlikte aslında Avusturya’nın başına ne geleceğinin herkes farkındaydı. Sadece kötünün kötüsü gelmesin diye bir ayakları hava da umut vardı geniş kesimlerde. Secimde ya sağcı Hofer yada orta yolcu Van der Belleni secim tartismasi vardi. Bunların ikisinin arasında hiç bir fark olmadığını aslında görmeyip de Avusturya’da “sağı engellemek” adına Van der Bellene yoğunlaşmış olunsa da, hatta Yeşillerden olan Van der Bellen Başbakan olsa da, Ekim ayındaki parlamento seçiminde sağ net bir şekilde kazanmıştır. Bu Türkiye’deki duruma benziyor, halkı yüzde elli elli şeklinde bölen parlamento seçimi ile simdi sağcıların tamamiyle eline geçmiştir. Bu aslında sosyal iklimin çok etkileneceği anlamına gelmektedir. Yani ırkçılığın pratik olarak artacağına, şiddetin yükseleceğine, bunu zaten aşırı sağ ve sosyal-demokrat kesimlerin raporlarında takip edebiliyoruz (ki sağcıların şiddet yönelimi ve örgütlenmesinde yüzde 50 artış var), yönelik bir değerlendirme olarak görmek gerekir. Yani 2014 den bu yana yüzde 52 daha fazla sağcı saldırılara insanlar maruz kalmıştır. FPÖ’nün (faşist parti) parlamentoda var oluşu zaten demokrasi için utanç verici olması gerekirken bugün hükümet olması, aşırı sağın, yabancı düşmanı, kadın düşmanı, homofobik, Alman nasyonallerinin ve neonazilerin Avusturya hükümetinde yer alması anlamına geliyor. Yani şu an açık bir şekilde sağcı bir hükümet Avusturya’da var.
Avrupa Haber Merkezi: Avusturya’daki politik sürece hakimsiniz, peki bu yeni çıkacak yasalar aslında kimi hedef alacak?
- Yeni koalisyon hükümeti yüzlerce sayfa program üzerinden bir anlaşma yaptı. Bu programın esas yanı ve temel saldırısı isçilerin 12 saat iş gününe mecbur kılmasıdır. Bu 19. Yy’da elde edilmiş kazanımların aslında yok edilmesini içermekte ve bizce Avrupa’da tartışılması dahi yasaklanmalıdır. Emeğin üretkenliği ve işçi sınıfının ihtiyaçları göz önüne alındığında iş ünü mesaisinin 6 ve 7 saate düşürülmesi tartışması söz konusuyken, 12 saat dayatması aslında bu hükümetin ve devletin işçi sınıfının düşmanı olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bir kac gün önce eski hükümetten kalan iki projenin iptal edilmesi (kısmen işçilerin lehine olan projelerdir) işçi sınıfının üzerindeki baskının sadece bu iş gününün 12 saate çıkarılmasıyla sınırlı kalmayacağını bize göstermiştir. 50 yas üzerinde ve uzun süredir işsiz olan 50 Bin insanın çalışma yaşamına dönmesi için önemli olan bu proje, önemsiz bir gider olarak listeden alındı.
- Ayni şekilde mültecilere artık para yardımının kısılması, değerli özel eşyalarına el koyma (telefon, altın…) ve yardım fişleri ile geçinmeleri için yeni adımlar ve düzenlemeler gerçekleşti. Sınırların kapalı kalması, buralarda askeri kontrollerin olması ve sırf kendi belirlediği sayıda mülteci alması da kararlaştırıldı. Ama burada tabi ki Avrupa’dan da tepkiler yağdı, çünkü mülteci meselesinde Avrupa Birliği merkezi şekilde sayı belirlemek istiyor ve dağıtımı kendisi üstleniyor.
- Öğrenci ve kadınlara da özel bir uygulama olacak. Üniversite harçları geri getirilecek, bu tabi ki zenginlerin okumasını desteklemek ve parası olmayanların akademik eğitimden mahrum kalmasını sağlayacak bir düzenleme olacaktır. Kalifiye iş gücünde rekabeti azaltan, fırsat eşitliğini ortadan kaldıran ve parası olanın bu olanaktan faydalanmasını sağlayan bir amaç söz konusu. Yalnız yaşayan annelere yardım haklarının sınırlanması da saldırılardan birisidir. Yani bu kadınların kendi başına yaşama şanslarının azalacağına ve “kocasına” daha fazla bağlı kalacağı anlamına geliyor. Göçmenlere sosyal yardım sorunu bugün Türkiyeli ve T.Kürdistanlı göçmenler üzerinden de tartışılıyor. Türkiyeli ve T. Kürdistanlı bir göçmenin eğer Türkiye’de mal varlığı var ise Avusturya’da almış olduğu bütün yardımların geri alınması ve yardım alamaması anlamına geliyor. Bu konuda tabi ki Avusturya ve Türk hükümeti her zaman olduğu gibi ortak hareket edecekler.
Avrupa Haber Merkezi: Avusturya hükümetin yeniliklerini anlatırken kadına yönelen sistematik şiddetin daha çok büyüceğini görüyorum anlatımınız da ve daha çok fakirleşeceğini görüyorum. Zaten kadın eşit ise eşit ücret almamaktadır. Bu yeni düzenlemelerle daha fazla sömürüye ve baskıya maruz kalması kaçınılmaz görünmektedir. Peki bu gelecekteki daha çok fakirlikten bahsederken öğrenci kadının durumu, çalışan kadının durumu nasıl olacaktı? Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Ve bir soru daha Avusturya’da ırkçılığı siz hiç günlük yaşam ya da siyasal yaşamınız da hissettiniz mi?
- Evet maalesef özel mülkiyet de dahi eşit değiliz erkeklerle. Avusturya devleti ve toplumu tutucu geri bir toplum, aileyi kutsayan, ama aslında parçalayan, çocuk doğurmayı teşvik eden, ama buna yardımcı olmayan, yaslılara bakamayan ve bunu kadının üstüne yıkan bir toplum ile karşı karşıyayız. Öğrenciler yine aileye bağlı kalıyor veya eşe bağlı kalıyor, part-time işlerde çalışmak zorunda kalıyor, hatta İngiltere’de çok bilindik olan bir durum öğrenci kadınların seks kölesi haline gelmesine neden olmaktadır.
- İşçi kadının durumu aslında daha da zor. Part-time iş, taşeron firmalar, güvencesiz iş ve bunun üzerine evdeki ev işleri, çocuk bakımı, yaşlı bakımı yani görülmeyen bir emek söz konusu. 2008 Krizi sonrası ortaya çıkan kadın ve genç işsizlik yüzdeleri, kadınların ve gençlerin yedek iş gücü olduğunu bir daha kanıtladı. Avusturya’da kadınlar için yapılan yardımların kesintilere uğrayacağını ama bunun daha çok mülteci ve göçmen kadınları etkileyeceğini düşünüyorum.
- Irkçılık konusuna gelince. Evet Avusturya’da ırkçılık maruz kalmamış bir göçmen bilmiyorum ve tanımıyorum. Bu toplumsal bir şiddet boyutunda. İster istemez Avusturya’daki yerlilerin artık ağız alışkanlığı olan ırkçı söylemleriyle herkes karşılaşıyor. 16 yaşımdayken küçük bir kasabanın köy etkinliğinde bir Neonazi tarafından fiziksel şiddete maruz kalmıştım, bu durum beni fazla etkilemedi, çünkü o yaşıma kadar çok fazla ırkçılığa maruz kaldığımdan, bu benim için sadece maruz kaldığım ırkçılığın bir boyutu olarak kalmıştı.
Avrupa Haber Merkezi: Evet haklısınız aslında hepimiz sürekli ırkçı söylemler ile karşı karşıyayız. Bunları artık fark bile etmiyoruz. Önceden YDG li olduğunuzu söylemiştiniz. Ne zaman nasıl tanıştınız neler yaptınız bu günü nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Evet YDG’liyim. Bugün bunun ortadan kaldırılması için YDG Merkezinden mücadele olsa da, hala YDG’liyim. Bunu artık bir hak olarak görüyorum. Bu hakkı da hiçbir tasfiyecinin elimden alamayacağını düşünüyorum. YDG benim için sadece bir isim ya da hukuki bir hak değildir. YDG anlayışı ile şekillendim ve dünyaya bir bakış açısı kazandım. Bu isimle sınırlıda değil. Bir şekilleniş, dünyaya bakış açısı ve bir siyasal çizgidir. İsmi değişir ama bu temel anlayış ve yaklaşım başka isimle devam ettirilir. Ben böyle bakıyorum. Yani sadece politik bir misyonu olan bir gençlik örgütü değil, ayni şekilde gençleri tam ergenlik çağında yakalayan ve aslında gençlerin o nefretini ve kinini doğru yere yönelten bir örgüt anlayışı olduğunu düşünüyorum. Bu gençlerin burjuvazinin kirli kucağına düşmemesinde çok büyük bir payı var böylesi örgütlerin. Bunu sadece YDG ile sınırlamıyorum. Bu ve benseri örgütler açısından tanımlıyorum. Arkadaşlık ortamların yaratılması ve ilerisi olan yoldaşlık ilişkisinin kurulması bu türden örgütlenmelerde vardır. Neler yaptım diye soruyu cevaplayamacağım – çünkü ben bir birey olarak YDG içerisinde değildim biz her zaman bir kolektiftik. Biz kolektivizmin ürünüyüz. Avusturya’da en çok belirgin olan faaliyetlerimiz sanat, spor, siyaset ile gençleri burjuva kültüründen uzaklaştırmaktı. Bu 10 yıl boyunca yürütülen tiyatro grubumuz Umuda Tohumun en az yüz gence ulaştığını ve bunların bu kolektifi daha da güzelleştirdiğini söyleyebilirim. Politik pratik faaliyetlerimizden bir tanesi de öğrenci ve üniversitelilerin ayaklanmasıydı, burada YDG örgütleyici rol üslendi ve başarıyla gerçekleştirdi.
- Bugün ki duruma gelecek olursam, YDG’nin tarih de çok önemli bir kültüre ve siyasete imza attığını düşünüyorum. Kuşkusuz bunu doğru bir siyasi önderlik çizgisi ve kültürüyle gerçekleştirdi. Ama maalesef son 4 yıldır YDG de gerçekten kitleden uzaklaşan sivil toplumcu örgüt anlayışı olduğunu görüyorum. Gelişime ters bir duruş sergileyen bir YDG ile karşı karşıyayız. Yani evet burjuvazinin gelişimi ile yan yana yürüyen ve iç içe gecen bir YDG var, ama Yeni demokrasi kültürü gibi bir sistematikten ismini aldığı kültüre yakışmayan bir tablo bugün karşımızda. Yani özet olarak şunu diyebilirim ki benim şekillendiğim, benimsediğim ve dünyaya bakış açımı oluşturduğum YDG şimdi reformist ve tasfiyeci ellerde parçalanmakta, yok edilmektedir. Bu meselenin ayrı bir röportaj olacağını düşünüyorum, çünkü Avusturya’ya YDG Merkezin yani MYK’nın özel bir ilgisi var ve tasfiye etmeye çalışmaktalar. Bu konuyu uzatmayacağım, iç tartışmalarımızın hala devam ettiği bir süreçteyiz.
Avrupa Haber Merkezi: Evet, YDG’yi bende tanıyorum, yıllardır Festivallerine gittik, çalışmalarını izlemişim ve dönem dönem destek de verdim, ama bu Partizan içerisindeki ayrışmada YDG Merkezin yani MYK’nın taraf belirlediğini ve bir örgütsel, ideolojik ve politik tasfiye süreci içinde olduğunu görüyorum. Peki bunun demokratik kitle örgütüyle nasıl bağdaştıra biliyorsunuz? Bu durumun kitle örgütlerine bu kadar sıçramasının doğru olmadığını düşünüyorum? En azından kitlelerin bir araya geldiği örgütlenmelerde siyasal farklılıkların o kitle örgütünü parçalamaması ve dağıtmaması gerektiği fikrindeyim. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
- YDG içerisinde yıllardır olan tartışma zaten en sonunda bu Partizan içerisindeki ayrışmadan sonra çözüme ulaştı. MYK’nın sadece burada yaptığı bariz hatalardan bahsedebilirim. MYK, Partizan içindeki ayrışmaya paralelel olarak saf tutuğu tasfiyeci anlayışın etkisi altında hareket ederek baskı kurmaya ve tartışmayı bu eksene taşımayı tercih etti. Yani aslında rövanş almaya çalışan bir yaklaşımdan bahsediyoruz. “Ayşe benim kapımı kırdı şimdi YDG’nın kapısını kıracağım” demekten başka bir anlama gelmeyen tutumlara girdi. Aslında bunun YDG’ye ve ATİK camiasına bu kadar yansımasının en önemli nedenine dair açık konuşmak istiyorum. Bu ayrışma da ayrılan tasfiyeci kesimin aslında elinde YDG, Yeni Kadın ve Atik dışında bir şeyi yoktu. Bütün alt yapısı buradaydı. Bu anlamda kendi gücünü burada göstermeye ve bu kurumlarda yalnız başına istediği şeyi yapma özgürlüğünü elde etmek istediler. Bunun gençliğe sıçramasını önemsemediler. Oysa bu çok önemliydi. Bunun bu cepheye yansıtılması aslında bir travmaya neden olacaktır gençlik kitlesinde. Gençler sorunu çok fazla duygusal şekilde yaşıyor, çok ağır yaşayan gençler var, bu tartışmaları henüz anlamayan ve kavramayan gençler var. Bu bence çok fazla genci etkisi altına alan bir durum. Bu öfke ve kinle yaklaşarak oluşturulan tasfiye sonucunda, politik mücadeleden uzaklaşacak, devrimcilerden nefret edecek, devrime-demokrasiye-mücadeleye-özgürlük savaşına inançlarını yitirme zemini yaratılacaktır. Bu tehlikeyi fark edemeyen bir MYK ve ona yön veren siyasal anlayış karşımızda. Bunun örnekleri zaten bölgelerde var.
Avrupa Haber Merkezi: Simdi bu anlatımlarınızdan yola çıkınca YDG’nin demokratik kitle örgütü gibi çalışmadığını mı söylüyorsunuz?
- 1991 de YDG kurulduğunda aslında kurucularına baktığımızda YDG’nin hangi kolektifin önderliğinde hareket ettiğini herkes görebilir. 1991 deki sorunlar ile bugün ki sorunların aynı olmadığını, örgütlenme biçimimizin aynı olamayacağını anlamakta zorluk çeken bir anlayış var YDG içerisinde. Yıllardır gençliğin militanlaşma mücadelesinde, devrimcileşme mücadelesinde YDG içerisinde engelleyen, ama başka bir alan sunmayan bir anlayış var. Söylediğim gibi bu konu çok uzun ve kapsamlı bir tartışma ve su an doyuma ulaşmamış bir tartışmadır, YDG içerisinde her zaman bu tartışmaları bastırsalar da elbette bir gün bunu tartışacaklar.
Avrupa Haber Merkezi: Bizimle konuşmayı kabul ettiğiniz için ve bu güzel sözleriniz ve cümlelerinizle bizi tekrardan gençliğimize doğru götürdüğünüz için size teşekkür ediyoruz. Bu Röportajların gençlerle bir seri olarak çıkmasını ve devam etmesini istediğimizi belirtelim. Sizle başlangıcı yapmış olduk.
Ocak 2018