FAŞİZME KARŞI MÜCADELEYİ SANDIKTA DEĞİL, SOKAKLARDA VE MEYDANLARDA KAZANACAĞIZ!
Türk, Kürt ve çeşitli milliyetlerden Göçmen emekçiler,
Faşist Türk devleti içine girdiği siyasi krizi yönetme arayışını sürdürüyor. Özellikle 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimi sonrası devletin içinden geçtiği siyasi kriz derinleşmiştir. Bu siyasi krizi Kürt ulusuna daha fazla saldırarak, işçi sınıfı ve ezilen diğer toplumsal kesimleri sindirmeye çalışarak, devrimci demokratik muhalefeti yok ederek yönetmek istemektedir. Bir yandan devlet içinde ki bir kesim gerici klik temizlenirken, diğer yandan ezilen halk kesimleri OHAL koşulları içinde nefessiz bırakılmaya çalışılıyor.
Bugün Türkiye ve Türkiye Kürdistanında faşist diktatörlük elindeki tüm zor aygıtlarını, baskı ve sindirme araçlarını olabilecek en sert şekilde kullanmaktadır. Muhalif olup kapatılmayan dernek, kitle örgütü, TV, gazete, yayın evi kalmamıştır. Onbinlerce kişi tutuklanmıştır. Takip edilip, kontrol altında tutulmayan tek bir toplum bireyi yoktur. Her an herkes sudan sebeplerle hapishaneye gönderilmekte, hakkında soruşturma açılmakta, işsiz kalmakta ya da gerici-faşist çete-mafya ve militer güçlerin baskısına uğramaktadır.
Faşist diktatörlük özellikle kendi siyasi niteliği için biçilmiş kaftan olan faşist Recep Tayyip Erdoğan kumandasında askeri, siyasi baskısını arttırmakta her türlü anti-demokratik uygulamayı hayata geçirmektedir. Geniş kitleleri sandık ve seçim yoluyla faşist uygulamaları için adeta bir dolgu malzemesine dönüştürmektedir. Sandık ve seçim kartını sürekli kullanan bu faşist zihniyet söz konusu olan devletin siyasal, ulusal ve sınıfsal çıkarları olunca aynı seçimleri anında yok saymaktan geri durmamaktadır. 7 Haziran seçimleri buna en iyi örnektir. Bunun yanında seçimle gelmiş HDP belediye başkanlarının tutuklanması belediyelerin gasp edilmesi ve HDP eş başkanları ve milletvekillerinin ev baskınlarıyla tutuklanması ise daha çarpıcıdır. “Seçilmişler bal gibide tutuklanır” diyerek devlet için esas olanın kendi faşist siyasi çıkarları olduğunun altını çizmekten hiç çekinilmemektedir.
Referanduma oldukça anti-demokratik koşullar içinde gidilmektedir. Muhalif olan kesimlerin sindirilmesi, baskı altına alınması yanında, devletin OHAL ile biçimlendirdiği demokratik hak ve özgürlüklerin kırıntısının dahi yok edilmeye çalışıldığı sisteme hukuki kılıf uydurulmaya çalışılmaktadır. Devlet Bahçeli’nin “fiili durumu hukuki hale getirelim” çağrısı bunun en büyük kanıtıdır. Buna şimdi sandıkla, referandumla meşruiyet kazandırma durumu söz konusudur.
Devletin bu değişime ve daha baskıcı bir faşist sisteme daha fazla ihtiyaç duyduğu açıktır. Bunu gerçekleştirmek içinde her yolu deneyecektir. Gönüllü olarak verilmeyen evet oyları, hile ve manüplasyonlarla devşirilmeye çalışılacaktır. Bu anlamda seçim artık onun için sadece bir tiyatro sahnesidir. Bu tiyatroyu geniş kitleleri de dahil ederek oynamak istemektedir. Gerçeğin çölü ise bambaşkadır. Gerçek, iradenin sandıkta çıkmayacağı sistemin sahibi egemen sınıfların ihtiyaç duyduğu şeyi çıkarmak için sandığı sadece bir araca dönüştürmesidir. Uzun süredir hiçbir seçim ve referandum bu düzeyde göstermelik ve sonucu önceden belli olmamıştı.
Başkanlık sistemi diye lanse edilen yeni düzenlemeye çok geniş bir toplumsal kesimin itirazı söz konusudur. Bu itiraz faşist diktatörlüğün daha fazla saldırganlaşacağına dair haklı bir yaklaşımın sonucudur. Bu duruma, karşı bir koyuş vardır. Bu karşı koyuş içinde özellikle devrimci, demokratik ilerici kesimlerin sandığa giderek HAYIR şeklinde bir tavır alınması yönlü siyasal tutumları ve pratik çalışmaları da söz konusudur. Bu cephenin esas kaygısının faşizme karşı bir mücadele hattı örülmesini içerdiği açıktır.
HAYIR diyen duruşu, kesinlikle basit bir denklemle “var olana” meşruiyet katmak olarak görülmemelidir. Zira faşizme karşı tepkili, memnuniyetsiz ve öfkeli bir yaklaşımla HAYIR tavrı şekillenmektedir.
Ancak içinden geçtiğimiz koşullarda faşizmin saldırılarının boyutu, seçimlerin oynadığı işlev, referanduma giderken yaratılan anti-demokratik koşullar HAYIR tavrını yeterli kılmamaktadır. Eksik kalan bir tavırdır. Geniş kitlelerin öfkesi ve memnuniyetsizliği göstermelik bir seçim oyununa sıkıştırılmamalıdır. İçinden geçilen süreçte faşizmin kendisine takmaya çalıştığı maskeye yardım etmeyecek bir siyasal konumlanış hayati derece de önemlidir. Bu yüzden faşizme karşı mücadeleyi başkanlık rejimine karşı çıkarak, sandıkları BOYKOT ederek, var olan faşist saldırılara karşı meydanlara ve sokaklara daha fazla akarak karşılamalıyız.
Sandık ve referandum da HAYIR demek, bu eksene odaklanmak demokratik hak ve özgürlük mücadelesinde önümüze yeni olanaklar çıkarmayacaktır, siyasal anlamda ise geniş kitlelerin öfke ve kinine, endişe ve kaygısına denk gelecek mücadele araçlarına ve olanaklarına odaklanmasını zayıflatacaktır. Gerçek olan bu referandumun egemen sınıflar tarafından her türlü yol ve yöntem kullanılarak EVET şeklinde oluşmasının sağlanmaya çalışılmasıdır. Bu noktada bir seferberlik ve yoğunlaşma durumu söz konusudur. Türk hakim sınıflarının egemen kliğinin eline geçen bu fırsatı kendi içlerinde yeni bir politik kriz çıkmadığı sürece sandıkta riske sokmayacağı görülmektedir. Aslolan devrimci ve demokratik görev ise bu gerçekle kitleleri yüzleştirmek ve buna şimdiden hazırlamaktır. Aksi takdir de bu dönem çok önemli olan doğru siyasi çizgiyi arama ve ona geniş kitleleri ikna etme de ciddi sıkıntıların devam edeceğidir.
Tüm bağlı federasyonlarımıza, derneklerimize, yan örgütlerimize ve tüm bileşenlerimize;
Konfederasyonumuz geniş tabanlı bir örgütlenmedir. Özellikle bağlı Federasyonlarımız ve derneklerimizde Referanduma dair tavır ve tutumda kimi farklılaşmalar ortaya çıkmıştır. Kimi dernek ve federasyonlarımızda Hayır yaklaşımı söz konusudur. Bu farklı düşünce ve yaklaşımlar demokratik kitle örgütleri açısından normaldir. Ancak konfederasyonumuza bağlı örgütler için bağlayıcı tavır ve tutumlar KONGRE tarafından yetkilendirilmiş ATİK-Konseyi tarafından alınır. Bu eksende kimi federasyonlarımızın ve derneklerimizin yapmış olduğu HAYIR açıklaması, KONSEY’in almış olduğu BOYKOT kararına uyumsuzdur. Bu bağlamda tüm bileşenlerimizi konumlanışlarını ve tutumlarını Konseyimizin 8. Toplantısında aldığı karara uygun olarak demokratik-merkeziyetçilik ilkesine sıkı bir şekilde sahip çıkıp, birlik-mücadele-daha üstdüzeyde birlik-zafer şiarıyla mücadeleye ve tek yumruk olmaya çağırıyoruz.
Emekçi göçmen halkımızı, devrimci-demokratik kamuoyunu,
BAŞKANLIK rejimine karşı durmaya davet ediyoruz. Ancak bu görev sandıkta tavır almakla gerçekleşmeyecektir. Tüm Avrupa’da faşist Türk devletine karşı geniş kamuoyu oluşturacak bir mücadele hattı örülmelidir. Duyarlı Avrupa kamuoyunu da sürece katacak, faşizme karşı sokakları, meydanları doldurarak bulunduğumuz her alanda Türkiyeli göçmenleri faşizme karşı seferber edecek bir enerjiyle seferber olmalıyız. Emperyalist güçlerin bu süreçte faşizmle suç ortağı olduğunu en etkin propaganda ve etkinliklerle anlatma görevi omuzlarımızdadır. Aslolan görev tüm devrimci-demokratik güçlerin “referandumun” anti-demokratik karakterde olduğunu, çıkacak sonucun faşizmin daha koyulaşmasına yol açacağını geniş kitlelere anlatarak sandığa değil sokağa eyleme ve mücadeleye seferber etmek olmalıdır. Faşizme karşı mücadelede, sandığa yönelmek ve seferber olmaktan, orda çıkacak sonuçtan daha etkin olacak şey sokak ve eylemdir. Avrupa kamuoyunun faşist diktatörlüğe karşı duyarlı kılınmasıdır. Unutmayalım bu gerçekliği anlatma gücümüz, faşizmi zayıflatma olanağımız demektir. Bugün Sandık ve seçim koşulları her zamankinden daha anti-demokratiktir, gayri-meşrudur. Bunun teşhirine odaklanmış, faşizme karşı mücadeleye kilitlenmiş bir BOYKOT çalışması gerçek olanı kavramak ve ona karşı donanmak anlamına gelecektir.
ATİK- GENEL KONSEYİ
6 ŞUBAT 2017