Linz Umut Kültür Merkezi 1.olağanüstü Genel Kurulunda yaşanan olaylar ile ilgili ATİK Haber Merkezin´de yayınlanan “Kamuoyuna Zorunlu Açıklama“ başlıklı yazıya cevaben, Umut Kültür Merkezi 1.olağanüstü Genel Kurulu Divan Başkanı`ndan açıklama…
Merhaba Arkadaşlar,
Sizlerle paylaşdığım bu yazıyı, 1 Kasım günü ATIK Konseye bağlı AHM(Atik Haber Merkezinde) “Zorunlu Acıklama” olarak yayınlanan ve Umut Kültür Merkezi 1.Olağanüstü Genel Kurulundaki gelişmeleri manüpüle eden, yalan yanlış yorumlarda bulunan, iftiralar sıralayan acıklamaya ilişkin olarak kaleme aldım. ATİK Haber Merkezi`ne ise aynen aşağıdaki satırları mail olarak göndermiştim;
Sevgili Arkadaşlar,
1 Kasim 2017 tarihinde http://www.atik-online.net/blog/devrimci-ve-demokratik-kamuoyuna-duyuru.html “Zorunlu Açıklama” diye ATIK Haber Merkezinde bir yazı yayınlandı. Avusturya`da ATİK`e bağlı olan ATİGF`e sorma gereği dahi duymadan bu yalanlarla örülü yazıyı olduğu gibi yayınladığınız gibi, eğer içinizde gram demokrasi kültürü ve anlayışı var ise sizlere gönderdiğim yazıyı olduğu gibi yayınlamanızı talep ediyorum. Çok azda olsa içimde buna dair bir inanç var.
Size herhangi bir sürede belirtmeyeceğim. Sadece yazımı yayınlayıp yada yayınlamayacağınız hakkında beni bilgilendirin bu yeterlidir.
29.11.2017 tarihinde ATIK Konsey ve Atik Haber Merkezine gönderdiğim mailimi herhangi bir geri dönüs gerçeklesmemiştir. Bu durumdan kaynaklı acıklama yapma hakkımı bu yazım ile kullanma zorunluluğu ise mevcut süreç benim açımdan zorunlu hale getirmiştir.
Kamuoyuna yönelik bir açıklama enflasyonu yaşanmaktadır. Erken kalkan adeta bir açıklama yapmaktadır. Bu durumdan her ne kadar hoşlanmasamda, Linz Umut Kültür merkezinin 1. Olağanüstü Genel kurulunda Divan başkanı olarak bir açıklama da benim yapmam zorunlu hale gelmiştir. Özellikle bağlı bulunduğumuz ATİK Konseye bağlı haber sitesinde (AHM) yayınlanan yalan, iftira belgesine karşı bir zorlama değil ama zorunlu açıklama şart olmuştur.
Halkımızın güzel bir deyimi vardır. Balık baştan kokar. Bu zorunlu aciklamayi yapmak istememdeki en büyük sepeblerden biri kendime, demokrasiye, bugüne kadar emek verdigim kurumlara olan saygimdan kaynaklıdır. Hiç bir olayda kendini görmeden, kendisiyle ilgili bir sonuc cikarmadan, kendisiyle ilgili bir hesaba girmeden, “yaptilar – ettiler” gibi söylemler haykirarak kendisini pürü pak cikarmaktadır.
Bu yaklaşıma sahip olanları doğru bulmadığımdan kaynaklı şunu çok açık ve net ifade etmek istiyorum: yıllara dayanan bir mücadeleye sahip ATİK, ATİGF ve diğer federasyonlarımızın amaç ve hedefine (anti-faşist, anti-emperyalist, ekonomik, demokratik ve kültürel talepler doğrultusunda mücadele) yabancılaşmış ve bunun gereklerini yerine getirmede geriye düşmüş, kendini yenileyememiş ve biraz ağır olma pahasına ifade etmem gerekir ki bir aldatmaca içinde olduğunu, kabul etmeliyiz. Bunun nedeni de „balığın baştan kokmasından“, yani kendimi de içine katarak bizden kaynaklanmaktadır. Son yaşanan gelişmeler bu gerçeklikle bizi bir kez daha yüz yüze bırakmıştır.
Yıllardır bu ilkeleri savunmamıza rağmen, son ortaya çıkan gelişmelerden kaynaklı aslında bu kurumlarımızın gerçek bir kitle örgütü vasfı kazanamadığı, gerçekten çokda anti-emperyalist, anti-faşist olma özelliğinden kaynaklı değilde, bir yapının yan bürosu şeklinde işlediğini bir kez daha gördük ve yıllardır halka yaptığımız bu açıklamaların aslında çok da doğruyu yansıtmadığını, “halkı gerçekten aldattığımızı”, pratik bir kez daha bizlere göstermiştir. Bundan dolayı aslında yaşadığımız tüm sorunların yukardan aşağıya doğru bir yansıması sonucu olarak görülmesi gerektiğine inanıyorum.
Öncellikle kısaca bunlara değindikten sonra Linz´de yaşanan genel kurul ve sonrasındaki gözlemlerimi paylaşmak istiyorum. Bilindiği gibi kolektif içerisinde ortaya çıkan sorunların hemen kendisi özellikle de Avrupa merkezli olduğundan kaynaklı ATİK‘ve ATİK’e bağlı tüm kurumlarımıza yansımıştır. Bu noktada, asıl hesap görülmesi gereken yerin kesinlikle Merkezi anlayışımız ve bununla bağlı Avrupa`daki temel sorunumuz olduğuna inanıyorum. Bölgelerde yaşanan olaylar bunlarla endeksli olarak gelişmektedir. Öncelikle en son, geçtiğimiz dönem ATİK Kongresindeki gelişmeler ve bunun bölgelere yansımasının bu ve buna benzer sonuçlar doğurması elbette kaçınılmaz olmuştur. ATİK kongresini adeta bir “boks maçına“ çevirip, geçmişde karşılaştığı “boksörlerden“ yediği yumrukların hesabını, ATİK kongresinde yanlış bir hesap güderek karşısına ATİK emektarlarını yani bizleri almaya çalışan anlayışın kendisinin ne kadar tehlike olduğu görülmüştür.
Daha önce yediği yumrukların sayısını hesaplayamayan bu arkadaş/arkadaşlar kendi hesaplarını yanlış bir şekilde ATİK, ATİGF ve İTİF emekçilerinin üzerinden bir hesabla telafi etmeye çalışmıştır. Özellikle uzun yıllardır Avrupa`da yaşamakta kalan ve yaşamak zorunda olanların kendilerine yaşama alanı bulabilecekleri tek alan olarak gördükleri demokratik mevzileri, kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmek üzere verdikleri bu kavgada tüm Avrupa`daki emekçilerimizin emekleri üzerine şekillendirerek bir öç alma hesapı içerisine girmişlerdir. Öyleki bunu yaparken hiç bir şekilde, geniş düşünme, kitlelerin çıkarlarını düşünme, kitleleri parçalatmama hesabı yapma anlamında bir kaygı taşımayarak, “küçük olsun benim olsun“ anlayışı içerisine girmişlerdir.
Kendilerinin yaşadıkları bölgelerde uzun yıllardır demokratik alanda bir gelişme dahi ortaya çıkaramayan bu zihniyet hiç bir dönem başaramadığı ve yapamadığını ATİK emekçilerinin yarattığı emekler üzerinden yapmaktadır. Kendi bulundukları alanda bir kitle derneği dahi bulunduramayan, Türkiyeli bir kaç yapıyla biraraya gelerek hafta sonları kullanılabilecek bir kurumu dahi zar zor açan bu anlayışın sahipleri kendileri yaşadıkları ülkenin, büyük şehirlerin görkemli sokaklarında ve bulundukları ülkenin büyük devasa kiliselerine sırtını dayayarak, adeta kilise papazı gibi vaaz vermekden öteye gidememişlerdir. ATİK kongrelerin de adeta ruhani Lider Papa rolüne bürünenler, kendi siyasal, sosyal yaşam alanın da ise Şapel papazları kadar dahi etki yaratamamıştır.
Asıl meselenin önderlik eden anlayıştan kaynaklandığını yukarıdaki düşüncelerimle ifade etmeye çalışdım. Bu anlayışların bölgelere yansıması ve bugün içerisinde bulunduğumuz koşullarda hangi derneğin, hangi kurumun kopmasınında çok umurlarında olmayacaktır. Yarattıkları kargaşa içerisinde kendilerince kemikleştirdikleri kesiminin kendilerine yetebileceği hesapı içerisindedirler. Bu olaylar şu veya bu şekilde bulunduğumuz Avusturya`ya da yansımış ve kısmi olarak yukarda ifade etmeye çalışdığım anlayış burda da hayat bulmuşdur. Öyleki, uzun yıllardır ATİGF içerisinde olan biri olarak geçtiğimiz haftalarda Linz`de olan genel kurul öncesi bölgede yaşanan bazı sıkıntıları bildiğimden kaynaklı, ATIGF YK`dan özellikle bu satırların yazarının o bölgeye gitmesini önermişdim. Divan`a dönük gelen eleştirilere ilişkin ise mevcut olarak bir açıklama yapma gereği benim açımdan da bu anlamıyla doğmuştur.
Gerek ATİK Kongresinde gerek ise ATIGF kongresinde ve gerek ise bölgelerimizdeki tüm dernek genel kurullarında doğru bildiğim ve olması gereken çizgiden hiç bir taviz vermeden, kimsenin etkisi altında kalmadan bu sürece yönelik mücadelemi vermeye çalışdım. Bu anlayışla Linz`de yapılan genel kurula gittik ve orda Divan olarak bölgedeki sorunları tartışmaya çalışdık. Ancak AHM´de yayınlanan yazı, yaşadıklarımızı, gördüklerimizi değil, yalanlarla süslenmiş bir tablo karşımıza çıkardı. Devrim ve demokrasi mücadelesi yürütmek hiç kimsenin tekelinde değildir! Uzun yıllar bu mücadeleye ara vermiş, herhangi bir şekilde faaliyet içerisinde bulunmamış, halkımızın değimiyle Kurt`un puslu havayı sevdiği gibi bu süreçlerde ortaya çıkmış kimi bireylerin bu süreçlerde oynayacakları role ve yapmak istediklerine mutlaka dikkat edilmesi gerektiğine sonsuz bir şekilde inanıyorum! Her birey ve kişi, büyük olumsuzluklara bulaşmadığı sürece, yüz kızartıcı suçlar işlemediği sürece devrim ve demokrasi mücadelesindeki yerini ancak tekrardan kendisini pratike ispatlayarak alabilir.
Linz bölgesinde yaşanan sorunlara değinecek olursak; Bu bölgemizde uzun bir dönemdir faaliyet yürüten bir kurumumuz söz konusudur. Bu kurumumuz kolektif içerisinde ki gelişmelerin, en çürümüş kişi ve yaklaşımın örgütlenip üzerimize sürülmesiyle karşımıza çıkmıştır. Öyleki, dernek içerisindeki sıkıntılardan, işlevselliğini hedef alan pratiklerden ve yaşanan sorunların bölgeye yansımasından kaynaklı olarak Denetim Kurulu bu sıkıntıların aşılması için Yönetim Kurulu ile birçok kez görüşmüş ve genel kurula gidilmesi tartışılmış, beyan edilmiş ve tüm bölge kitlemizin olduğu bir ortamda, “Kamuoyuna Zorunlu Açıklama“ diye AHM`de yazı yazan arkadaşında en doğrusu bu sürecin genel kurula giderek çözülmesi noktasında beyanlarının olduğu bir iklimde genel kurula gidilmiştir. Denetim Kurulunun ve dernek üyelerinin %90`nın imzalarını alarak derneği olağanüstü genel kurula çağırmaları tüzükden doğan en demokratik haklarıdır! Bu yöntemi benimseriz yada benimsemeyiz!
AHM`de yazılan yazıda, ATİGF ve Divan`a yönelik yapılan suçlamalar “Divan bizi ikna etti, bizde bundan dolayı genel kurula geldik, bize bu garantiyi ATİGF verdi ve bizde bundan dolayı genel kurula geldik“ söylemi üzerine dayanıyor. Bu doğrudur. Arkadaşı bizzat ben aradım ve ortada bir sürü şey olduğunu ve hiç birşeye ATİGF olarak tek taraflı yanaşmadığımızı ve bir hesap sorulacaksa/verilecekse bunun doğal olarak dernek olağanüstü genel kurulunda verilmesi gerektiğini ifade ettim.
Olağanüstü genel kurulda ise şunu açık ve net beyan ettik; Şöyle düşünün bir an, bir üye yada herhangi bir dernek faaliyeti yürüten yönetici, derneğin gidişatını beğenmeyip hatta çok da “altını dolduramadığı“ bir gerekçe ile dernek Yönetim Kurulunu genel kurula çağırmak noktasında imza toplayıp ve nerdeyse %90 küsür üyenin imzasını alarak derneği genel kurula götürme çoğunluğunu sağlamış ise, dernek tüzüğünün yorumladığı gibi olağanüstü genel kurula gitme yetkisi ve hakkı vardır!
„Ben ikna edilmeseydim buraya gelmezdim, bu garanti verilmeseydi gelmezdim“ anlamında ifadeler kullanarak aslında ATİGF´in yapmak istediği yığınca iyi niyetli davranışı, “nasıl olsa bunlar bana garanti verdi ve ben genel kurula giderim, istediğim şeyi konuşurum“ anlamında anlamışsanız bu sizin demokratik kitle derneklerindeki anlayışınızın ne kadar yıkıcı, dağıtıcı ve parçalayıcı olduğunu ispatlar.
Evet; Ben bu arkadaşı aradım ve „genel kurula gelmesi gerektiğini, sıkıntıların çözüm alanı olarak genel kurulu gördüğümü“ ifade ettim. Bu anlamıyla bu arkadaşı “ikna“ ederek genel kurula gelmesini sağladım. Aynı zamanda Federasyon bireyi olarak, aynı gün Federasyon başkanımızında orda bulunduğu üç kişilik bir Divan seçildi ve genel kurul olağan seyri içerisinde başladı. Üyelerin %90 küsürünün orda olduğu koşullar içinde olağanüstü genel kurul gerçekleşti. Bu genel kurulda bugün bu kadar yaygara koparıp, ortalığı velveleye veren arkadaşda ordaydı. Olağanüstü genel kurul, sunulan gündemlerin onaylanması ile başlatıldı. 4.Gündem maddesinde a) şıkkında raporların okunması gündemine gelindiğinde öncelikle Denetim Kurulunun raporu ve tekrardan geçmiş Yönetim Kurulunun ve suçlanan arkadaşların bu noktadaki raporu ve aynı zamanda ATİGF`in bu sürece yönelik cevaplarının okunması gündemleri mevcut seyri içerisinde gelişecekti. Denetim kurulu raporunu sunduktan sonra bu arkadaşa söz hakkı verilmiş, bu arkadaş söz hakkını rapor okuma yerine kendisince öncelikli gündem belirlediği, kafasında tasarladığı meselelerle yola çıkmıştır. Adeta kendisine verilen “ATIGF garantisini“ başka bir şekilde algılayarak “ben burada ne yaparsam yaparım“ anlayışı ile kendisine farklı bir misyon biçip raporu okuması gerektiği yerde başka gündemlere girmiştir.
Buna rağmen Divan sınırlandırmaya gitmemiş, bir engel çıkarmamıştır. „Arkadaşın“ rapor okuma yerine teşhirlere yönelmesi, kolektif içerisindeki sorunları kendince ustaca bir şekilde nasıl vururum mantığı ile işlemesi, dernek üyeleri tarafından büyük bir tepki ile karşılanmış ve olayın adeta fitili ateşlenmiştir. Arkadaşın, muazzam gerekçelerinden biri, sapla samanı karıştırdığı ve gerçekten anlaşılması zor, ilk okul çocuklarına dahi anlatıldığında anlayabileceği meseleleri dahi ters yüz edebilecek yetenekte olduğunu düşünerek ve her yaptığı pratik ile aslında kendisinin ne kadar küçüldüğünün farkında olmadan, özellikle meselenin patlak verdiği ve kendisinin sürekli yazısında belirttiği, ATİGF`e 3-4 yazı yazmasındaki en büyük sebeplerden biri ATIGF yönetim kurulundan bir arkadaş “beni ölümle tehdit etmiş, dernek ortasında gebertirim“ söylemi olmuştur. Bunu bir sakız gibi kullanıp, mağduriyet edebiyatıyla demagojiye çevirmiştir. Tüm bu sürecin öncesini ise tamamen ters yüz ederek anlatma uğraşı içerisine girmiştir. Öncesinde yaşanan ise, malesef üzülerek söylüyorumki adını “kaypakkayapartizan“ olarak süsleyen ama içerik olarak hiç bir şekilde bu ismi hak etmeyen bir sitede bir kişinin kamuoyuna deşifre edilme meselesindeki çirkin ve kabullenemeyecek, geleneğimizde çok ender rastlanabilecek olaylardan birine, kişinin özel hayatı ve yaşamına dahi müdahale edebilecek bu açıklamanın kendisi tarafından paylaşılmasından sonra, ATİGF YK üyesi bir arkadaşın kendisine internet/sanal ortamda gösterdiği tavırdır. Bu yazının bu şahıs tarafından kullanılmasına verilen tepkiyi, ATİGF üzerinden bir baskı aracına çevirmiştir.
Bu mesele herkes tarafından bilinen yukarda belirttiğim sitede yapılan bir teşhir çalışmasıdır. Bu teşhir, kişinin özeline dahi girip, evinde yemek yapılıp yapılmadığı meselesine kadar indirgenmiş ve geleneğimizde ender olabilecek çirkin olaylardan biridir. Kendisi bu paylaşımı beğenip ve devam paylaşmasının gerekçesini ise, genel kurulda aynen şöyle açıklamıştır “Ne var ki, ben bunu paylaşan 11. kişi oldum.“ Düşününki yapılan bir hırsızlığın yada yapılan bir yüz kızartıcı bir suçun, yada aklınıza gelmeyecek en kötü bir olayın 10 kişi tarafından yapılmasını doğal görüp, 11.nci kişi tarafından yapılmasınıda çok doğal olduğunu açıklayabilecek kadar geri bir pozisyonda olmasıdır. Halbuki işlenen suçun boyutu yada yapılmak istenen meselenin bu kadar açık ve net bir beyanıdır bu. „Benden önce bunu 10 kişi beğendi, benimde beğenip paylaşmamda ne var ki“ gibi geri, meseleyi ters yüz edebilecek bir anlayışın bizim geleneğimizde nasıl bir şekil aldığının aslında gerçekten çıplak bir gerekçesidir. Bu meseleye dair savunu hiç bir şekilde kabul edilemeyecek kadar geri bir boyutdadır. Bu meseleyi böyle somutlayarak arkadaşın sürekli kriz çıkartığı ve Federasyonumuz ATİGF`e yazdığı yazılara bir kaç noktada değinecek olursam; Özellikle arkadaş bu mesele üzerinden ATİGF`in özeleştiri vermesi gerektiği, bunu yazan kişiye kesinlikle yaptırım uygulanması gerektiğine döne döne tekrarlamıştir. Kendi adıma ve o gün Divan`da bulunan biri olarak şunu açıkça ifade ediyorum: Kim bu tarz söylentilere girerse, hiç bir şekilde doğru bulmadığımı ve kabul etmediğimi/etmediğimiz bir yöntem olduğunu açık ve net her şekilde ifade ettim/ettik!
Ama sadece Tiyatro oyununun ikinci, üçüncü sahnesini göstererek ve ilk sahneyi hiç bir şekilde göstermemek ve tiyatroyu anlamaya davet etmek herkesi, ucuz bir hiledir. Bununla birlikte arkadaş olağanüstü genel kurulda söylediği ve ATİGF`e yazdığı yazıların kendisiyle çelişdiğini ve bu noktada Divan olarak birebir benim kendisiyle yaptığım görüşmeler ve çok eskiden tanıdığım bir arkadaş olmasından kaynaklı şunu açık ve net beyan etmek isterimki; Bu arkadaşı en son 1998`de Linz´de yapılan bir toplantıda gördüğümü ve birlikte bir toplantı verdiğimizi, sonrasında ise aradan geçen yaklaşık 20 yıl sonra tekrardan bizim ve kolektifin bu karışık sürecinden yararlanarak tekrardan ortaya çıktığını belirteyim. Böylesi olaylara sebep olması ve bizi bu sıkıntılarla uğraşır durumda bırakmasındaki asıl sebeplerden birininde Linz`deki emektarlarımız olduğunu unutmamamız gerektiğini vurgulamak gerekiyor. Bölgede yaşayan bir çok insanın genel kurulda yaşanan olaydan sonra dile getirdiği, “biz defalarca bu kurumu uyardık, böyle bir kişinin tekrardan kuruma üye yapılmasını doğru görmediğimizi“ bir çok üyemizin olay sonrasındaki beyanı ve genel kurula katılan çoğu derneğin özellikle Divan`a gelerek bunu belirttiği ve tepki verdiğini de ifade edelim. Bunu bölgedeki arkadaşlarımızın bir iyi niyet göstergesi yada bir zaafı olarak algılayabiliriz.
Bu arkadaş ATİGF yönetim kurulunu şuursuzca sürekli eleştirdiği ve ATIGF yönetim kurulunun feodal bir ailenin denetimine girdiği gibi saçma sapan yaklaşımlarla başka bir eleştiride gündemleştirmiştir. Bunu söyleyen arkadaşın yüzünü aynaya dönüp baktığında ATİK´deki gerçekliği gördüğünde aslında bunun bizim somut gerçekliğimiz ile alakalı olduğunu görmesi hiçde süpriz olmayacaktır. ATİK´de bugün enişte – baldız, bacanak olarak yönetenlerin aslında gerçekliğimizin ve gerilememizin sebeplerinden kaynaklı bir durum olduğunu görmesi hiçde gözden kaçırılacak değildir.
ATİGF`i feodal bir ailenin denetimine girdi suçlamasında bulunan bu arkadaşa genel kurulda tüm kitleler içerisinde, üyelerimizin ve dost kurumların olduğu bir ortamda Divan olarak aynen şunu belirttik; Bu bizim gerçekliğimiz ile ilintili bir durumdur. Bu iddia kesinlikle sadece eleştireyim adı altında yapılan bir eleştiridir. Çünkü açık ve net şunu söylüyoruz; Biz emeğin kıymetini bilen ve emek verenin hakkını teslim eden bir kurumuz. Evet yaşadığımız gerilemenin bir sonucu olarak Türkiye ve Türkiye Kürdistanı`nın belli bölgeleri üzerinde faaliyetini yürüttüğümüz bir kurum olarak daralmış olabiliriz. Ancak burda “Sezar`ın hakkını sezar`a teslim etmek gerekir” lafından yola çıkarak özellikle bugün federasyonumuz başkanlığını yapan arkadaşımız dahil olmak üzere aynen genel kurulda şunu beyan ettim; Evet Federasyon başkanımız geçmişde genel kurulumuzun olduğu bölgede yaşamaktaydı. Federasyonumuzun veya kolektifin aldığı bir karardan kaynaklı olarak Niederösterreich`daki uzun çabalarımız sonucu oluşturduğumuz KOMintern`nin seçimlerinde etkili olabileceği, yeteneklerinden kaynaklı bu bölgeye alınması gerektiğini kolektif ve ATİGF`in verdiği karar sonucu bugünki ATİGF başkanımızın hiç bir tereddüt göstermeden ve o gün Linz bölgesinde bulunan gençlik yapılanmasını dahi dağıtmayı göze aldığımız bir sürecde, NÖ`bölgesine çekip, KOMintern 1.sıra adayı olarak göstererek ve İşçi odaları seçimlerinde verilen büyük emek sonucu bu arkadaşımızın NÖ – AK seçimlerinde İşçi odaları genel kuruluna bölge derneğimizin yoğun çabası sonucu seçilmesi sağlanmıştır.
Şimdi ATİGF yönetim kurulumuzu feodalizm ile suçlayan bu arkadaşa sormak gerekiyor; Sen 60 veya 65 yaşında birisin. 1998`de en son karşılaştığımızdan sonra mücadeleyi bırakmış, tam 20 yıl sonra bu sorunlu dönemi fırsat bilerek bu alanlara dönmüş biri olarak sana soruyorum? ATİGF`e yazdığın yazıda 40 yıllık mücadele tarihinden bahsediyorsun. Yanlış sorudan doğru cevap çıkmaz! Öncelikle o 40 yıllık mücadele tarihinde 20 yılını çıkarmanı ve geriye kalan 20 yılını, yani 1994-95`den önceki sürecinide ancak seni tanıyan ve bilenlere sormak gerektiğine inanıyoruz veya böyle değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu süreçde ortaya çıkarak, Federasyonumuzu feodal bir ailenin denetimine girmiştir diyerek yaptığın bu şuursuzca eleştirilere verecek cevabımız şudur; Bugün Federasyonumuz içerisinde faaliyet yürüten arkadaşlarımızı, feodal olarak suçladığın bu ailenin yıllarca gerek ATİK`ın gereksede ATİGF`in birçok yükünü omuzlayarak bu mücadeleye ailece tüm fertleri ile katılarak bugüne kadar geldiğini biliyorum/biliyoruz! Eksik ve hatalarını her şart altında eleştirdiğimiz, eksikleriyle bütünleşmediğimizi açık ve net olarak beyan ediyoruz. Ancak sanada şunu sormak istiyoruz! Feodalizm aslında koruma kültürüdür. Kendin hiç bir aile fertini bu mücadeleye katma gereği dahi duymadan bu kadar rahatça başkalarını feodal olarak suçlaman, aslında senin kendi gerçekliğini ne kadar anlattığının bir göstergesidir.
Ve yine sunuda açıkça ifade ediyoruzki; Dernek Yönetim Kurulumuzun geçen yıl seni tekrardan dernek üyesi yaparak bir çoğu üyemizin itirazına rağmen bu iyi niyeti göstererek seni tekrardan bu kuruma üye yapmaları, aslında senin açından bulunmaz bir nimet ve iyilik olmuşdur. Ama siz bu iyi niyeti kullanarak, bu iyi niyetden yararlanarak bugün kendinize burda bir kanal açma zorunluluğu hisediyorsunuz. Burda sıkıntıyı sizde değil, aslında bu kurumun tepesinde olan, bu işi organize edenlerin bugün Linz`de bir adamım olsun, isterse çamurdan olsun mantığı ile hareket ettiklerinin açık bir gerçeğidir. Çünkü, bu mantığın kendisi, özellikle AHM`de yazılan yazının, Avusturya`da bulunan ve fiilen ATİK`i tanıyan ve ona bağlı bir federasyon olan bir kuruma dahi sorma gereği duymadan, böyle bir yazıyı kendi sitesinde yayınlamasıda ayrı bir skandaldır. Kaldıki yazdığınız yazıda insanın gerçekten tüylerini ürperten bir yaklaşım da var. Genel kurul yönetimi ve Divan`ı olarak açıkça ifade ediyorumki; Bu tür karmaşıklıkda, kavga esnasında bir olayı, objektif olarak görme şansımız çok kısıtlıdır. Çünkü toplumun kavgaya karıştığı ve bir sürü karmaşanın olduğu bir olayda “maşallah“ gözlem yeteneğinize hayran kalmamak imkansız? Sizde kaç tane göz var? Yani tüm Genel Kuruldaki bileşenlerin herhalde gözleri kadar gözleriniz varki tüm olaylara bu kadar “geniş ve net“ görüp yazabilmişsiniz. Halbuki bize yazdığınız diğer olaylarda şiddete uğradığınızı, dayak yediğinizi ve yerlerde süründüğünüzü yazmışsınız. Bu yerlerde sürünme anında şiddete uğrayan Kadın arkadaşları da dahil bu kadar olayı nasıl gördüğünüzü gerçekten merak etmemek elde değil.
Ben Divan olarak o karmaşada inanın kimin ne yaptığını dahi gördüğümü söylesem, bu gerçekten benim sadece kendi düşüncelerim olur ve gerçeği objektif olarak yansıtmaz. Yazdığınız yazıda tüm olayları tüm boyutuyla gördüğünüzü ifade etmişsiniz. Bunun bile gerçeklikle hiç bir şekilde uzaktan yakından alakası olmadığını bilmeniz gerektiğine inanıyorum! Kaldıki yaptıklarınız ve bu saatden sonra yapacaklarınız noktasındaki tutumunuz tamamen sizi bağlamaktadır. “Linz Umut Kültür Merkezi 17.Dönem çoğunluk üyeleri ve bir kısım dernek üyeleri“ imzasıyla yazdığınız yazıda sürekli kendinizi çoğunluk gibi yansıtarak, sanki kendinizin tek olmadığını orda çoğunluk bir grubun yanınızda olduğunu ispatlamaya çalışmaktasınız. Kullandığınız “Linz Yönetim Kurulu çoğunluk üyeleri ve bir kısım dernek üyeleri“ imzası Divan tutanaklarında ise gerçekliği ile mevcuttur! Divan olarak bu arkadaşın ATIGF`e gönderdiği yazılarda “Yönetim kurulunun üyeleri ve bir kısım dernek üyeleri“ diye kaleme aldığınız yazıları üyelere sorduk ve hiç bir üyenin sizin yaptığınız ifadelerden haberi olmadığı gibi sizi destekleyen hiç bir ifadeside olmamıştır. Buna rağmen olayları bu boyutda yazıp, bu boyutda anlatmanız tamamen kendinizi kandırma keyfinden başka hiç bir şey değildir. Kaldıki size garanti verip, kesinlikle buraya gelin dememe rağmen, elimizden gelen her esnek yöntemi ve demokratik uygulamayı oluşturacak şekilde Divanı yönettiğimizi ve bu noktada da hiç bir şekilde zerre kadar bir vicdan azabı duymadığımı ve gerçekten sorunların yaşanmasına sebep olduğumuza inanmıyoruz! Genel kurul esnasında ve bitişi esnasında orda bulunan tüm üyeler ve kurumların Divan`a „siz yapabileceğiniz en demokratik yöntemi uyguladınız ve bu noktada büyük bir çaba sarf ettiniz, ama buna rağmen bu olayların yaşanması ve sıkıntıların biz genel olarak bu arkadaşın yaklaşımlarından kaynaklı olduğuna inanıyoruz“ demiştir.
Skandalın büyüğüde, yazdığınız bu yazının hala bölgede bir komisyon kurulmadan, araştırma sonuçlanmadan ve buna bağlı net objektif bir sonuç çıkarak kamuoyuna yansımadan yapmış olmanızdır. Ben Divan olarak, Divan`daki diğer arkadaşlar ve ATİGF Yönetim Kurulu en doğru anlayışın ve yöntemin bu olduğunu hem ifade ettik hemde olduğumuz her yerde söyledik.
Ancak buna rağmen ülke federasyonuna sorma gereği dahi duymadan kamuoyuna bunu olduğu gibi deklare eden ATİK`ın burdaki tutumunun ve ATİK kongresinde başlayan ve burdan doğru tüm ülkelerin kurumlarını bu gibi sorunlarla uğraşır hale getirenler aslında siz değil, tepedekilerin olduğuna inanıyorum. Bunun bugün ATIK konseyi ve onu yönlendiren, sevk ve idare eden Sağ tasfiyeci Hizipçi anlayışın yaratmaya çalışdığı bir süreç olduğuna kesinlikle inanıyorum. Bu arkadaşlara ve anlayışlara sesleniyorum. Çürümüş kişilerden çürümüş yöntemler ortaya çıkar. Eğer cesaretiniz varsa sizden son bir isteğim olacak; Erleri çekin, lütfen rütbelileriniz gelsin!