YOKSULLUK, SAVAŞ VE ŞİMDİ DE KORONA, YİNE MAĞDUR OLAN KADIN
Çin’de ortaya çıkışından bu yana, Coronavirüs on binlerce insanı öldürdü veya on binlercesine bulaştı ve dünya çapında yayılmaya devam etmekte. Dünya alt üst olmuş durumda, dengeler bozulmuş, kimileri için yaşam durmuş. Ekonomik krizlerin, savaşların, doğal afetlerin en fazla mağdur ettiği kesimin kadınlar olduğu defalarca kanıtlanmıştır. Corona salgınının kadınları hangi sorunlarla yüzyüze bıraktığını ve bırakacağını ortaya koymanın önemi, kadın kurtuluş mücadelesi veren biz kadınlar için tartışma götürmezdir.
Bilindiği üzere emperyalist-kapitalist sistem ve görüngüleri olan ataerkillik, toplumsal cinsiyet ve cinsiyetçi iş bölümü kadınları daha fazla ezme ve sömürmenin tüm olanaklarını oluşturmuştur. Kadınlar sıklıkla esnek, kısa zamanlı, düşük ücretli ve güvencesiz işlerde çalışmak durumunda kalmaktadır. Güvencesiz istihdam grubundaki çalışanların kendilerini bu gibi kriz dönemlerinde koruyacak sosyal güvenlik ve güvence ağlarından yoksun olduklarından ve genellikle bu tür dönemlerin olumsuz etkilerini bertaraf edecek yeterli tasarrufları yapabilecek gelire sahip olmadıklarından, bu süreçte yoksullaşacakları açıktır. Çalışan kadınların yarısından fazlasının bu istihdam grubuna girmesi de kriz dönemlerindeki kadın yoksulluğunun nedenlerinden biridir. İşte böylesi bir süreçten geçmekteyiz.
Sözüm ona salgına karşı her türlü önlemi almış, halkın sağlığını düşünen egemen sınıflar ve devletleri “Evden çıkmayın, hastalanmayın, başkalarına bulaştırmayın, risk grubunda olanları ve yaşlıları düşünün” çağrıları yapmakta. Gıda maddelerini, temizlik malzemelerini, her türlü lüks tüketim maddesini stokladıkları güvenli evlerinde kalma şansı bulunan, her türlü sağlık olanağına hemen ulaşabilecek maddi güçte olan orta ve üst sınıf kadınların dışında milyonlarca işçi emekçi kadının evde kalma lüksü elbetteki yoktur. Fabrikalar, zaruri metaları üretmeyenler de dahil olmak üzere üretime devam etmekte, yani milyonlarca işçi toplu taşıma araçlarını kullanarak iş yerlerine gitmekte, sözüm ona bazı sağlık önlemleri altında ama tam tersi eskisi gibi üretime katılmaktadırlar. Her türlü toplantı, yürüyüş ve gösteriyi, iki kişiden fazla birlikte olmayı, Corona salgını bahanesiyle yasaklayan hükümetlerin, patronların sömürü çarklarına dokunmak akıllarına bile gelmemektedir.
Sistem ucuz işgücü olarak belli iş kollarında kadınları tercih etme eğilimindedir, paradoks gibi görünse de kriz dönemlerinde ilk işten çıkarılanlar da kadınlar olmaktadır. Böyle bir süreçte işyerlerini kaybetme riski bulunduğundan, salgına ve hayati tehlikeye rağmen evde kalamamaktadırlar. Bu durum ne evde canları sıkıldığından ne de sosyal kısıtlanmaya karşı olduklarındandır, yaşamlarını idame ettirmek, kira ve diğer faturalarını ödeyebilmek, aç kalmamak için bir zorunluluktur. Birçok ülkede uygulanan olağanüstü hal durumu, sömürü çarkları olan fabrikalarda, iş yerlerinde uygulanmamakta. Ücretli izin hakları olmayan, normal izin de alamayan, hayatlarını riske atarak çalışmak zorunda olan bu kadınları, toplum sağlığını tehlikeye attıkları savıyla eleştirmek, küçümsemek ancak, evlerinde rahatça kalabilen burjuva kadınların tarzıdır ve hedefin yanlış tespit edilmesidir. Hedef bu kadınlar değil, karını düşünen patronlar ve onların sözcüsü hükümetler olmalıdır.
Cinsiyetçi işbölümünün sonucu olarak hemşirelik, öğretmenlik, sekreterlik, kasiyerlik gibi işlerde yoğun olarak kadınlar istihdam edilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, kadınlar sağlık ve sosyal sektördeki çalışanların % 70’ini oluşturmaktadır. Örneğin Avrupa’daki hemşirelerin yaklaşık % 84’ünü, genel olarak hastanelerde çalışanların %76’ını kadınlar oluşturmaktadır. Avusturya’da mobil bakım işlerinde çalışanların % 92.2’si ve yatılı bakımda (örneğin hastanelerde, huzur evlerinde) çalışanların % 85.8’i kadındır. Federal Çalışma Dairesi’ne göre, kadınlar gıda ticaretindeki işgücünün % 72,9’unu oluşturmaktadır. Motorlu taşıt sektörü hariç olmak üzere Alman perakende satışının 2.38 milyon çalışanı kadın, 1.23 milyonu erkektir. Eczanelerde de yaklaşık iki milyon kadın ve yarım milyondan az erkek çalışımaktadır. Drogeri sektöründe (Müller, DM, Rossmann, v.b.) çalışanların neredeyse % 85’i kadındır. Dolayısıyla yapılmazsa hayatı felce uğratacağı işlerin ezici çoğunluğunu kadınlar yapmaktadır. Bu iş kollarında, Corona salgını nedeniyle hiçbir kısıtlama olmamış, başta sağlık alanı olmak üzere çalışma şartlarının -izinlerin iptal edilmesi, hastalanan veya risk grubu içine giren personelin evde kalması sonucu- saati ve yoğunluğu daha da ağırlamıştır.
Birçok kadın, uzun süre krizden fazlasıyla etkilenmeye devam edecek alanlarda çalışmaktadır. Seyahatın birçok ülkede ciddi şekilde kısıtlanmış olmasından kaynaklı havacılık ve turizm ve diğer kadın ağırlıklı hizmet sektörlerinin yanı sıra imalat sektörü, kültür ve sanat alanlarında çalışan kadınlar da işlerini kaybetme riski altındadır.
Birçok ülkede okul ve kreşler tatil edildiği için, çocuk bakımından toplumsal olarak birincil sorumlu tutulan kadınlar, haftalardır evlerinin dört duvarı arasında, enerjilerini harcayamayan, özgürce oynayamayan ve bunalmış olan çocuklarının sıkıntı ve sorunlarıyla uğraşmaktadır. Bazı kadınlar yabancı oldukları internet üzeri eğitim ve öğretim noktasında çocuklarına yardımcı olamamaktadır. Bunların hepsi hem ev emekçisi, hem de izin alabilen çalışan kadınların dört duvar arasındaki kısıtlı yaşamlarını daha da bunaltıcı hale getirmektedir.
Bazı kadınlar için Corona krizi tamamen farklı bir alanda da korku verici bir hal almış durumdadır. Çok sayıda örnek ve kadınların deneyimleri tüm dünyada kadına yönelik ev içi şiddetin arttığını göstermektedir. Kadın sığınma evleri ve danışma merkezleri bu durumun önümüzdeki haftalarda önemli ölçüde artacağını bildirmektedir. Kadına yönelik şiddetin yaklaşık yarısının ev içi şiddet olduğundan yola çıkarak, kadınların evde kalma zorunluluğu şiddete karşı savunmasız kalmalarını getirmektedir. Failler dört duvar arasında kaldıkça daha saldırganlaşmaktadır. Şiddet gören kadın evini terk edememekte, faili yanındayken yardım çağrısında bulunamamaktadır. Aynı evde, yan yanayken, kadınların “Ben şiddete uğruyorum” diye telefonla yardım talep etmesi de hiç kolay görünmemektedir. Ayrıca yardım görecekleri de belli değildir. Çünkü güvenlik güçleri ve devlet mekanizmaları ev içi şiddeti salgın sürecinde uğraşılması gereken acil bir durum olarak görmemektedirler.
Şehirlerden uzak, onlarca insanın aynı tuvalet ve banyoyu kullandığı, hiçbir sağlık önleminin yerine getirilmediği, insanlık dışı yaşam şartlarının hükmünü sürdürdüğü mülteci kamplarının durumu, Corona virüsü bulaşma hızı ve meydana getirdiği hastalığın ağırlığını hesaba katarsak ölümle yaşam arasında bir yerde durmaktadır, ortaya çıkacak bir vaka ve virüsün bu sağlıksız ortamda hızla yayılma özelliği sonucu yüzlerce hatta binlerce hayata malolacaktır. Çocuklu mülteci aileler haftalardır yaşamlarını bir odada tam tecrit edilmiş olarak geçirmektedirler. Zaten travmatize edilerek Avrupa’ya gelmeyi binbir zorlukla başarmış mülteci kadınlar bu ortamda salgından psikolojik olarak çok daha fazla etkilenmektedir.
Kadınlar evde kalmak istemiyorlar. Ama canları sıkılıp bunaldıkları için değil, sosyal yaşamdam uzak kaldıkları için hiç değil. ‘’İzin alırsam maaşım kesilir mi? İşimi kaybeder miyim? Kirayı ve diğer faturaları nasıl ödeyeceğiz? Akşama ne yiyeceğiz’’ soruları var kafalarında, gelecek korkusu var yüreklerinde. Cüzdanında ne kadar parası kalmış onu kontrol ediyor emekçi kadın sürekli.
Kadınlar evde kalmak istemiyorlar, tiyatroya, sinemaya gidemedikleri için değil, çünkü kendilerine yıllardır şiddet uygulayan birileriyle yirmidört saat, dört duvar arasında hapsolmaktan korkuyorlar, kendilerinin ve çocuklarının hayatlarından endişe ediyorlar. Dostlarla buluşup sohbet etmek için kafeye, yemek yemek için bir lokantaya gitmek, tiyatro, sinema keyfi sadece filmlerde vardır işçi emekçi kadın için, Pahalı spor salonlarında pilates yaparak, sauanaya, lüks yüzme havuzlarına giderek değil; işinden geldikten sonra evin ve çocukların bakım işlerini bitirip yorgun argın yatağa düşünce stress atar ve dinlenir. ‘‘Sosyal‘‘ olmak, hobiler, sosyal faaliyetler sınıfsal meselelerdir, emekçi kadınlar salgın dolayısıyla bunlardan uzak kaldıkları için değil, yaşamlarını devam ettirebilmek için, zaruri ihtiyaçlarını karşılamak için evde kalamıyor ya da kaldıklarında zaten hep taşıdıkları gelecek korkuları artıyor, tedirgin oluyorlar.
İçinde yaşadığımız, yaşamak durumunda bırakıldığımız cehennemi düşünmek için iyi bir fırsat yaratmaktadır bu acılı günler. Corona kriziyle birlikte insanlık sistemin çürümüşlüğünü, öldürenin virüs değil emperyalist-kapitalist sistemin kendisinin olduğu gerçeğini görmüş oldu. Gelişmiş ülkelerde bile sağlık sisteminin temel bir hak olmadığını, herkesin eşit yararlanamadığını, salgınla mücadelede, önlemler konusunda devletlerin ve hükümetlerin acizliklerini, çalışmanın güvencesizlikten ibaret olduğunu deneyimledik hep birlikte. Bu sistemde geleceklerimizin, yaşamlarımızın güvende olmadığını bundan daha iyi göremezdik. Herkes için eşit ve ücretsiz sağlık hizmeti, ücretsiz eğitim, kamu hizmetlerinin, elektrik, su, doğal gaz, ulaşım, v.b. nin devlet tarafından karşılanması, işçi sağlığı, güvenceli iş, ücretli izin hakkı, her alanda kadın erkek eşitliği, eşit işe eşit ücret, çalışan kadınlar için işyerlerinde kreş olanağı v.b. nin bu sistemde hayal olduğunu gördük. Sonuçları çok ağır, salgından binlerce kişi hayatını kaybetti, daha ne kadarının öleceğini düşünmek bile istemiyoruz. Tüm bunlar bize bu sistemde insanca yaşam şansı olmadığını, değişmesi gerektiğini gösteriyor.
Güvenli evlerinde, kaygısız bir şekilde kalabilen, egemen sınfların tellallığını yapan burjuva kadınlardan ‘’hayat eve sığar’’ sloganını ve de psikolojimizi sağlıklı kılmak için o çok ‘’değerli’’ öğütlerini duymak istemiyoruz. Zor günlerden geçiyoruz ama bildiğimiz, inandığımız tek şey, yaşamak istediğimiz hayatlarımız için bugünleri de işçi emekçi kadınlarla dayanışmamıza, mücadelemize sarılarak, güzel yarınlara inancımızı büyüterek beraberce atlatabileceğimiz. Bu salgın belası bittiğinde “Hayat eve sığmaz’’ diyerek çıkacağız kapanmak zorunda olduğumuz evlerden. Alanlarda, sokaklarda olacağız. Özlediğimiz, ölümlerin olmadığı eşit ve özgür bir dünya için mücadelemize daha güçlü sarılacağız.
MOR-KIZIL KOLEKTİF
01/04/2020