Her nedense çoğumuz geçmişi yok sayarak her şeyin kendimizle/kendileriyle başladığını sanırız ve “yeni bir yönetim ve yaşam modeli yarattığımızı” sanıp bu “yeni komünist model”i, dünyaya “örnek model” olarak sunmak gibi bir cüreti gösteririz. Oysa tarih öyle yazılmaz. Devrim için yola çıkılırken uzun ve kısa vadeli görevler tespit edilir. Pratik çalışma alanları belirlenir. Belirlenen planlama üzerinden işe başlanır. Yarım yamalak, kaba bilgiyle gerçeğe varılamaz .Ondandır ki, konuya hakim olmadan, cüret etmek bilgisizliğin devrim adına kör vuruşu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu gibi anlayışlar yanlış olup, kaynağını bilgi ve birikim eksikliğinden alır. Yürünen yolda tökezlemeler olunca, başarısız sonuç alınınca da, başlarız “ideolojinin yanlışlığı”na hedefsiz atışlar yapmaya. Oysa sınıf mücadelesinde tek düze yol yoktur. Azami hedefe ulaşmak için geçilmesi gerekli olan evreleri her yönüyle doğru irdelemek; ekonomik, sosyal, kültürel, dinsel, inançsal ve ekolojik dokuyu iyi araştırmak, öğrenmek gerekir. Ortaya çıkan objektif gerçeklerden hareket ederek, var olan çelişkileri buna göre tespit etmek gerekir. Bu çelişkilerin içinde öne çıkan ve temel çelişkiden kaynaklanan baş çelişkiyi doğru tahlil ederek, düşüncelerimizi pratik yaşama /eyleme dönüştürmeyi buradan hareketle başarıya ulaştırabiliriz.
Aksi taktirde, tanı yaptığımız olumlu ve sahip çıkılması gerekenleri yok sayarsak, her zaman olumsuzluk çemberi içinde dönüp durmak zorunda kalırız. Ne yazık ki, günümüze kadar yaptığımız olumlu, başarılı pratikleri bazen görmezden gelip inkarcı duruma düşebiliyoruz. Oysa geçmiş pratiklerde her şey olumsuz olmadığı gibi, her şey olumlu da değildir. Meselelere böyle bakamazsak eğer, yaptığımız küçük ama güzel şeylerin gelişmesini, ilerlemesini, serpilmesini, kitleleri kucaklaması hedefini bilinmez bir zamana ertelemiş oluruz. Oysa sınıf mücadelesi bilerek yanlış yapmayı ve yapılan yanlışta diretmeyi ve beceriksizliği asla af etmez, bedeller ödetir.
Aslında küçük ideallerimizi büyütmek güzel bir şey, ama kurduğumuz ve kurmak istediğimiz yerele özgü kooperatif örgütlerde ve yerel yönetimlerde var olmak her şeyin çözümü görülebilir mi? Kooperatifçilik hangi tarihlerde ve hangi ihtiyaç sonucu örgütlenmiştir? Ekim devrimi öncesi kooperatifleşme en etkili şekilde nasıl bir yol aldı? Ekim devrimi öncesi, Ekim devrimi sonrasında en olgunlaşmış haliyle kooperatifleşmede durum neydi? Nasıl bir çalışma yolu izlenmiş ve hangi evrelerden geçilmiş, hangi adımlar atılmış, kitlelerin katılımı nasıl olmuştu? Bu örgütlenmeler kitlelerin iknası ve gönüllü katılımıyla mı, yoksa ‘ disiplin temelinde’ mi yaratılmıştı?
Lenin ölüm döşeğindeyken bile “kooperatifçilik üzerine” çalışmada neden birinci derecede sorumluluk almıştı? Sosyalizm öncesi ve sonrası kooperatifçiliğin örgütlenmesi, Kolhoz-Solhoz örgütleri neden bu kadar önemliydi? Küçük üreticilerin, köylülerin ekonomik, sosyal, kültürel dünyasında değişimler nasıl yaşanıyordu? Ekonomik eksenli bir örgütlenme, sınıf mücadelesine nasıl etkiler yapmış ve bütünleştirici rol oynamıştı? Bütün bu soruları kendimize sormadan, çözüm yolları üretmeden, yarattığımız küçük ama iyi şeyleri ileri taşıyamayız. O nedenle geçmiş deneyimlerinden yararlanmak için, önce geçmişimizi öğrenmek ve onun izini özümsememiz gerekiyor.
Özellikle bizim gibi geri kalmış, yarı sömürge ülkelerde tarımcılığın devasa boyutlarda sorunlu oluşu karma kooperatifçiliğin önemini daha çok artırmaktadır. Yeni demokratik devrimin özü toprak / tarım devrimidir. Bu görev başta proletarya olmaz üzere, yeniyi temsil eden işçi-köylü temel ittifakı temelinde, devrimden menfaati olan küçük burjuvaziyi ve milli burjuvazinin sol kanadını da içine alan yeni demokratik devrimle çözümlenecektir. Bu aynı zamanda faşizme karşı birleşik cephenin de oluşmasında temel rol oynayacaktır. Tepeden inme, içi boş, üst tabakanın oluşturduğu sözde halk cephesi değil, tabandan gelen; işçileri, köylüleri ve ezilenleri bir araya getiren bir örgütlülük üzerinden şekillenmesinin önem ve anlamını kavramamızı gerektirir. Devrimin çözülmesi gereken temel sorunlarını özümseyerek, işin başında doğru adımlar atılmalıdır.
Peki bunları kavramak yeterli mi?
Tabi ki yeterli değil. Biz bu kadarla yetinemeyiz. Karşımızda, aşılması gereken barbar, faşist sistemle yönetilen bir devlet duruyor. Bu devleti yıkmak için onu her yönüyle iyi tanımalı, gerçekliğini doğru analiz etmeliyiz. Bu da yetmez. O devletin yasama, yürütme ve yargısını iyi bilmeliyiz. İç çelişkilerini, zaaflarını ve güçlü yanlarını doğru tahlil etmeli, ona bu noktalara yönelmeyi başarmalıyız.
Mesela günümüzün kitle örgütleri olan sendikaların, meslek örgütlerinin, kooperatiflerin bir çoğu ya gericilerin ya da devletle içiçe geçmiş faşistlerin elinde sömürü ve rant kuruluşları haline getirilmiştir.
Ülkemizde devletin hizmetinde yüzlerce, binlerce kooperatif kurulmuş ve çoğunun yönetimine faşistler konumlanmıştır. Bu örgütlerin ezici çoğunluğu ırkçı, şoven tek millet, tek devlet, tek dil ve tek ırk propagandasıyla zehirlenmiş, ezilenlerin emeğini gasbeden tefecilere, tüccara, ağaya beye hizmet eder hale getirilmiştir.
Bugün Türkiye ve T. Kürdistanı gerçeğidir bu.
Türkiye – T.Kürdistanı sorunu farklılık taşımakla kalmamakta, aynı zamanda mücadele biçimlerinde önemli farklılıklar da göstermektedir. Kürdistan’da ulusal bağımsızlık mücadelesi faşist diktatörlüğün en ağır bası ve zulmüne karşı büyük bir direnişle devam ediyor. Yaşanan savaş koşulları hesaba katıldığında, örgütlenmede ve halkın harekete geçirilmesinde açık farklılıklar yaşandığı gerçeğini görmemiz gerekir. Bu farklılıklara ragmen, Kürtler elde olan mevzileri kitleler yararına daha kolektif kullanabilirdi, kullanmalıdır. Bu sorun başlı başına ele alınması, araştırılması gerekli bir konudur. Bu yüzden şimdilik geçiyorum.
Bir şeyi belirtmek isterim ki, kooperatiflerin bizden de, Kaypakkaya’dan da, Lenin döneminden de öncesi de vardı.
Örneğin , Osmanlı işgali altında bulunan Bulgaristan’da, 1897 yılında ortak üretim, ortak yönetim modeli en yaygın haliyle resmi statü kazanmıştır. Bunun daha öncesi de var. Bunlar, aracıya, tefeciye, ağanın beyin emek sömürüsü ve gaspına karşı kurulmuş örgütlenmelerdir.
Kooperatif örgütlenmesi Bulgaristan tarihinde çok önemli rol oynadığı gibi, dünya komünist hareketi tarihinde de çok önemli bir deneyim olarak kabul görür. 1907’lere gelindiğinde, komünist partinin ve işçi-çiftçi birliğinin kooperatifleşmede önemli bir yeri olduğu görülür. Kooperatifler, köylülerin sömürüye karşı birlikte hareket etmesinin yanı sıra, işçi-köylü ittifakının-birlikteliğinin yolunu açan başat bir rol de oynar. Zamanla branş üzerinden karma kooperatifler oluşturulur.
KOOPERATİFÇİLİĞİN TARİHİ ÖNEMİ VE DOĞUŞU
Türkiye Devrimci Hareketi dönem dönem kooperatifçilik üzerine adımlar atmak istese de, girişimleri ya yarım kaldı ya da devlet tarafından engellendi. 1970 başlarında tarım ülkesi olan Türkiye’de kooperatiflerin kurulması ve ezilenlerin çıkarına göre örgütlenmesi aslında temel sorunlarımızdan biriydi. Söylemde konunun önemine ve zaruriyetine vurgu yaparken, pratik uygulamada pek becerikli olduğumuzu söyleyemeyiz. Halbuki devrimci hareketin yapması gereken şey, belirlenen stratejik hedefe varabilmek için, halkın çıkarlarını savunmayı esas alan örgütlülükler yaratmayı başarabilmektir. Bu anlamda sınıfta kaldığımızı söyleyebilirim. Devrimci Hareket halkı örgütleme araçlarını kullanma konusunda sınıfta kaldığı gibi, elindeki mevzileri de geliştirip kılıcılaştıramadı. ‘Asıl olana odaklanalım’ gerekçesiyle her şeyi küçümsedi, halka ulaşmak, onunla arasında bileşke kayışlarını kurmak ve güven kazanmak/ tazelemek gibi örgütlenmeler yaratamadı. Yetmişli yılların başından ve seksenli yılların ortasına kadar yaşanmış olumsuzluklar -ki bunda bizimde de payımız var- gerçeğin açık itirafı gibidir. Taşıdığımız sorumluluğa olumlu ve olumsuz yönleriyle sahip çıktığımızı bir cümleyle de olsa açıklayarak asıl konumuza dönebiliriz.
1-) KOOPERATİFLEŞMENİN OLUŞUM TARİHİ
Araştırdığım ve öğrendiğim kadarıyla, kooperatifçiliğin tarihini kısa ve öz yazmaya çalışacağım. Kooperatifçiliğin kökleri belki Spartaküs, Şeyh Bedreddin hareketlerine kadar uzatılabilir. ‘Dünyanın bütün topraklarını ortak yaşamda birlikte paylaşma’ arzusu, insanlığın yaşadığı sorunlara ortak çözümler bulmaya çalışmasıyla yaşıttır denilebilir. Hangi dönemde olursa olsun, insanların fikirde ve eylemde ortak çıkış yollarını bulma arayışını tarihi oldukça eskidir. Bu nedenledir ki, uzak tarihimizin bu günle bağlantısını kurmak, onu bugünle birleştirip yakın gerçeği yakalamada ondan yararlanmak oldukça önemlidir.
Tarihin derinlikleri çok zenginlikler taşır. Önemli olan bunu nesnelliğinden koparmadan ele almak ve geleceğe doğru aktarmaktır.
Konuya her yönlü vakıf bir açıklama yaptığımızı söyleyemem. Devrimci harekette yer alan ve hatta bu hareketlerin aktif çalışanlarının da konuya vakıf oldukları söylenemez. Hâlâ yeterli tarihsel bilgi ve birikimlerden yoksun bulunmaktayız.
Peki, kooperatifleşme çalışması, sanayileşme ve kapitalist dönemin hangi evresinde ortaya çıktı ve örgütlü bir yapıya dönüştü? Öncelikle bu soruya cevap bulmamız gerekiyor.
İnsanlığın yaşadığı ezenle ezilenler arasında sınıf mücadelesi, tarihin her döneminde kendine has özellikler taşır. Sanayi devrimlerinin en yoğunlaştığı ülkelerde, ezenlere ve burjuva kapitalist sisteme karşı yürütülen mücadelelerde gelişim ve değişimler yaşanmaktaydı. Kapitalizm kendi şafağında, başka bir deyişle ana rahminde kendi mezar kazıcısını da doğuruyordu. Sanayi devrimini gerçekleştiren ülkelerin başında İngiltere gelmekteydi. Tabii ki, Fransa, Hollanda, Almanya vb. ülkeler başta olmak üzere, sanayi devrimleri bir çok ülkede gelişmekteydi ve aynı anda işçi sınıfıyla burjuvazi arasında var olan uçurum daha net, belirgin bir hal alıyordu. Serbest kapitalist sistemde var olan emeğin sömürüsü deyim yerindeyse kuralsız ve koşulsuz, angarya usulü sürmekteydi. Öyle ki işçiler çok uzun saatler çalıştıkları halde harcadıkları emeğin karşılığını alamıyor, angarya usulü sömürülüyorlardı. Bu durum gelişmiş bütün kapitalist ülkelerde -göreceli farklılıklar olsa da- aynıydı.
İngiltere’de 1840-45 yıllarında sınıf mücadelesi daha keskin ve ileri boyutlarda seyrediyordu.
Böylesine keskinleşen sınıf mücadelesi içerisinde doğal olarak ezilenlerin, işçi sınıfının kapitalistlere karşı mücadele örgütleri yaratması gerekliydi ve zamanı gelmişti. İngiltere’nin başkenti Londra’da ROCHDOLE dokuma fabrikasında çalışan işçiler patronlarından ücretlerine zam isterler. Patronların bu talebi ret etmesi üzerine direniş başlatılır. Patronun istenen zammı vermemesi yeni mücadele biçimlerini örgütleme arayışlarını da beraberinde getirir. İlk başta normal seyirde basit bir ekonomik iyileştirmeyi içeren ücretlerine zam talebi, patronların isteği ret etmesi üzerine sosyal bir örgütlenmenin kapısını aralar. İşçiler arayışa sürüklenir. Başlangıç itibarıyla politik bir örgütlülüğü içermeyen bu ekonomik talep, ezenlere karşı politik bir duruşu ve örgütlenmeyi beraberinde getirir. 1843 kışında dokuma işçilerinin ücretlerine zam yapılması talebinin ret edilmesi ve bu haklı talebin karşılanmaması, onları haklarını almak ve korumak için kendi aralarında ortak hareket etme yoluna sevk eder. 1844 yılına gelindiğinde ise, patronların sömürü çarkına karşı 12 üyeden oluşan İşçi Kooperatifini resmen kurmuş olurlar. Tarihte ilk kez patronların sömürü çarkına karşı kolektif bir işçi birliği, kooperatifi kurulmuş olur. Tarihsel bir çıkış olan bu kooperatif örgütlenmesi, gelecekte sosyalist örgütlenmeye ilham verecektir. İngiltere ’yi, Almanya, Fransa, Hollanda, Rusya ve Osmanlı imparatorluğunun işgali altındaki ülkelerde ekonomik, mesleki ve kooperatif örgütleme çalışmaları takip eder.
Toprak sahibi ağaların, beylerin angaryasına, tefeci-tüccar ve aracıların sömürüsüne rant -faiz- kar olarak eklenir. Bu sömürü ağına karşı köylülerin ve küçük üreticilerin kooperatif örgütlülüğü yasal düzeyde 1850 ve 60 larda resmiyet kazanır. Aşırı sömürü yoksul köylüler, küçük üreticiler ve toprağa bağımlı orta ölçekli köylüler üzerindeki angarya usulü sömürüyle birlikte, faiz üzerinden aşırı rant elde etmelerini sağlar. Tefeci-Tüccarlar, aynı zamanda devasa topraklara sahip olan toprak ağalarını da temsil eden sömürü ağını oluşturmaktaydı. 1860’lı yıllarda başta Fransa olmak üzere, küçük üreticilerin, yoksul köylülerin tefeci tüccar ve toprak ağalarının rant sömürüsüne karşı daha kapsamlı mesleki örgütlenmelere gitmesine yol açar. Burada şunu önemle belirtelim ki, 1600 yıllarda İngiltere’de buharlı makinelerin ortaya çıkmasıyla birlikte sanayi devrimi gerçekleşti ve bu sanayi devrimi işçi sınıfının toplumsal bir güç olarak sahneye çıkmasına yol açtı. İngiltere’de gerçekleşen sanayi devrimi, burjuva sınıfını ve onun mezar kazıcısı işçi sınıfını da doğurmuş oldu. İşçi sınıfının 1700’li yıllarda sendikal örgütlenmesi de böylece tarih sahnesinde yerini aldı. 1791 yılında Fransa’da, 1799 yılında ise İngiltere’de işçi sınıfının sendikal örgütlenmesini engellemek için bir takım yasalar çıkarılır. Ancak işçi sınıfının aşırı sömürüye karşı örgütlü mücadelesi 1824 yılında İngiltere’de , sonra da Fransa’da yasa çıkarılarak kabul edilir. İlk yasal sendikal örgütlülük böylece tanınmış olur.
İki ayrı örgütlenme dalı olan ve aralarında bağlantı bulunan sendikal faaliyet ile kooperatifçiliğin birbirine karıştırılmaması gerektiği düşüncesiyle bu açıklamayı yapma gereği duydum.
Sanayi devrimi ve onu takip eden yıllara evrilen dönemde Fransız devrimini (1789) Almanya izledi. 1871 yılına gelindiğinde ise, işçi sınıfı önderliğinde bir tarih yazılıyordu artık. Paris Komünarları, önce iktidarı ele geçirerek, halk devrimini gerçekleştiriyordu (18 Mart 1871).
Fransız halkının kendiliğinden gelişen halk hareketi, işçi sınıfının önderliği altında Komün Genel Konseyi’ni oluşturuyordu. İnsanlık ilk kez, yeni bir yerel yönetimle, halk iradesiyle seçilmiş ve yetkilerini halk iradesine vermiş bir toplumsal sistem ortaya çıkmıştı. Paris’te ortaya çıkan bu yerel komün yönetimi insanlığa özgürlüğün yolunu açıyor, geleceğe ışık tutuyordu. Yeni bir Komün Genel konseyi seçmek için hazırlıklar yapılıyor, konseyi oluşturacak 90 üyenin belirlenmesi için seçimler yapılıyordu. Seçimlerde 21 Komün üyesi burjuva bölgelerden seçilir ve bunlar, bir süre sonra oluşturulan Komün’den çekilme kararı alır. İki aylık işçi sınıfı iktidarı yenilgi alarak 28 Mayıs 1871 günü son bulur. Komün yenilgi alır ama, dünyanın dört bir yanında artık proleter devrimler çağının açılışına da meşale olur. Bütün ülkelerin işçi sınıfı ve ezilenleri kendi iktidarlarını kurmak için örgütlenir, halk devrimi perspektifiyle yola çıkılır. 1890’lı yıllara gelindiğinde artık serbest rekabetçi kapitalizm yerini uluslararası finans kapitalizme, yani emperyalizme bırakır. Bu dönem içerisinde Kooperatifçilik önemli bir sınıf örgütü haline gelir.
*********
Birçok Avrupa ülkesinde kooperatifçilik çalışmaları yapılmakla birlikte, yeterli derecede bir gelişme sağlayamıyordu. Ancak Marksizm’in bütün dünyada gelişmesi ve önü alınmaz bir gerçeklik haline gelmesi başta işçi sınıfı olmak üzere, tüm ezilenleri örgütlü mücadelede arayışlara sürüklüyordu. Ağır bir rant sömürüsü altında bulunan az topraklı köylü, küçük üretici, yoksul köylü ve yarı proleter köylülüğün ağaya ,beye, tefeci- tüccara karşı haklarını korumak ve emek karşılığı yarattıkları ürünlerini eder değeri üzerinde pazarlamak için kooperatifçilik benimsenir.
Kooperatifçiliğin tarihi gelişimine baktığımızda, ezilen köylülük ve küçük ölçekli üreticilerin onu devrimci mücadeleyle birleştiren en etkin ve kapsamlı girişimine 1890’ların Bulgaristan’ında tanık olmaktayız. Her nedense bu gerçekliği kapitalist -emperyalist ülkeler görmezden gelmektedir. Görmezden gelinen ve unutturulmaya çalışılan bu tarihten korkulduğu aşikar. Bu anlaşılır bir şey. Öyle ki, kooperatifçiliğin Bulgaristan deneyimi gelecekte 1917 Ekim devriminde oluşturulan kolhoz- solhoz örgütlenmesine de örnek teşkil edecektir. Böylesi bir deneyim daha önce hiçbir ülkede yaşanmamıştır.
Demokratik halk iktidarından sosyalizme geçiş sürecinde kolektif yaşam için kooperatiflerin örgütlenmesi belirleyici rol oynamaktadır. Bu konuya yazının ilerleyen bölümlerinde kısaca değinmeye çalışacağız.
Bulgaristan’da ilk kooperatif örgütlenme hareketi, köy ve kent ağa ve patronlarına, tefeci- tüccar sömürüsüne karşı halkın kendini koruması ve birlikte hareket etmesi amacıyla kurulur. Bu kooperatif hareketinin kuruluşu, 1890 yılında, Sredha Gdra’nın uyanık köyü Mirkovo’da, bir okul müfettişi olan Todor Yoncev’in yönetiminde kurulur. Yazar Todor G. Vlaykov’un da büyük yardımıyla, ‘Oralo’ (Saban) adında, Mirkovao Tarım Kredi ve Tasarruf Ortaklılığı olarak tarihteki yerini alır. – Lenin, Kooperatifler Üzerine, SF ’24.-
Osmanlı İmparatorluğu’nun işgali altında bulunan Balkanlar ve Bulgaristan’da feodal derebeyliğin ortaçağ hükmü sürdüğü bir gerçek. Ulusal bağımsızlığını ekonomik, siyasi alanda henüz kuramamış olan işgal altındaki Bulgaristan’da küçük ölçekli üretim oldukça yaygındı. Bazı köylüler elinde bulunan az miktarda toprağını da kaybederek ya mevsimlik işçi, ya da yarı proleter olarak, zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayanların safına katılıyorlardı. Osmanlı işgaline karşı, -aynı zamanda Osmanlı toprak beylerine ve dere beylere karşı- yürütülen mücadele birbiriyle ilişkili ve bağlantılı bir özgüllük taşımaktaydı. Bulgaristan’da kooperatif hareketinin doğuşu uluslararası alanda sosyalist düşüncelerin geliştiği bir döneme denk düşmekteydi. ‘Dar sosyalistler’ olarak bilinen sosyalistlerin kooperatifleri örgütlemesi ve toprak sorununun çözümü sorununu ele alışı o dönem doğru bir hat izlemekteydi. 1900’lü yıllar ve 17 Ekim devrimi sonrası, Lenin’in görüşleriyle birlikte çakışıyordu. Kısacası ‘bu dönem Bulgar Kooperatif hareketinin uzun tarihini, Partinin çalışmalarına ve Dimitar Blagoev, Georgi Kirkov, Georgi Dimitrov, Valis Koralov vb. belirgin şahsiyetlerin eylemlerine bağlamıştır.’ (Lenin Kooperatifler Üzerine, Sf 24)
Bulgaristan’da tüm işlenir toprakların dörtte birine devrimci yolla değil de, Türk çiftlik beylerinden satın alınma yoluyla sahip olmak bir yandan ırgatları proleterleştirip, orta halli köylüleri yoksullaşmasına yol açıyordu. Bir anlamda feodal toprak ağalarından satın alınan topraklar köy burjuvalarının doğmasına da yardım ediyordu. Bu anlamda zenginler daha zengin ,yoksullar daha yoksul duruma düşüyordu.
Peki, bu kooperatiflerin nasıl bir işlerliği vardı ve yeni demokratik devrim mücadelesi öncesi ve sonrası nasıl bir rolle sahipti?
Bulgaristan’da ilk sosyalist hareketin kurucuları ve öncüleri olanlar, kooperatif örgütlerinin de kurucuları olarak yer alırlar.’ Örneğin, bunlardan biri Bulgar Komünist Partisi ‘nin Kurucusu Dimitar Blagoev’ tir.’ Bu şeref ona aittir’. -Age,syf 23-
Devam edecek…
04.03.2019