Koronavirüsünün yayılmasıyla birlikte Avrupa Birliği de, ulusal sınırları kapatarak, dayanışma yerine ulusal ve milliyetçi çıkarları ön plana alarak yeni bir evreye girdi. Tüm AB ülkeleri şu an itibarıyla birbirlerine sınırlarını kapatarak, kendi ulusal sınırları icinde izalasyon haline gecmiş bulunmaktadır.
AB ülkelerinin hemen hemen hepsi, tıbbi malzeme ve ürünlerin yurtdışına satılmasını yasaklayarak ya da kotalandırarak izne bağlı hale getirdiler. Her bir AB üyesi ülkenin ulusal çıkarlarını diğer AB ülkelerinin üstünde görmesi, AB birlikteliğinde yeni bir eşiğe işaret etmektedir.
“Dayanışma ruhundan” eser kalmadı!
Yeni tip Koronavirüs (Kovid-19) salgınının merkezi haline gelen Avrupa Birliği (AB) ülkeleri, birbirlerinin yardım çağrılarına sessiz kalarak ve Birliğin güya temelini oluşturan “dayanışma” ilkesini yok sayarak, ortaya çıkan bir krizde “her koyun kendi bacağında asılsın” noktasına çakılmıştır. Gelinen aşamada, kriz esnasında dayanışma içinde bulunmaları ve bir koordinasyon etrafında hareket etmeleri öngörülen ve halka Birliği bu şekilde yutturan egemenler arasında hızla çatlaklar oluşmuştur. AB Komisyonu, “Koordinasyon” görevini üstlenmesi gerekirken, kulağının üstüne yatıp sınırların kapatılmasıyla herkesin kendi başına kalması yaklaşımını onaylamıştır. “Birlik, dayanışma” diye yutturulan AB emperyalist projesinin, bu gerici kodları Halk sağlığı söz konusu olduğunda hızla ortaya çıkmayı başarmıştır. Emperyalist sermayenin, mal, emek ve hizmetin serbest dolaşımını ön gören AB projesi, halk sağlığı söz konusu olduğunda dayanışma ve yardıma gümrük konulmuş, duvarlar örülmüş, polis ve askerler sınırları kontrol altına almıştır. Emperyalistler ancak sınırları sermayelerinin çıkarları el verdiği ölçüde, devletlerin gerici ulusal çıkarlarına hizmet ettiği ölçüde kaldırır. Dayanışma ve birlik ise tamamen sermayenin özgürlüğünü sağlama eksenlidir.
İtalya’dan isyan!
Bunun en somut yansıması AB’nin, İtalya’nın yardım çağrısına kayıtsız kalmasında karşılık buldu. Komisyon’a üye ülkeler, İtalya’ya yardım edilmesi için çağrı yapsa da başta Komisyon’a üye ülkeler olmak üzere pratik bir karşılık bulmamıştır.
İtalya’nın yardım çağrısına Çin yanıt vermiş ve 2 milyon maske, 1000 akciğer vantilatörü, 20 bin koruyucu kıyafet satabileceğini duyurduktan kısa bir süre sonra, 12 Mart’ta Roma’ya gönüllü uzmanların yanı sıra tonlarca tıbbı malzeme göndermiştir.
İtalya’nın AB Büyükelçisi Maurizio Massari, AB’ye üye ülkelerin, İtalya’nın yardım talebini geri çevirmesinin ardından kaleme aldığı makalede, “AB’nin görüş alışverişi ve toplantılardan öteye gidip hızlı, somut, etkili ve acil adımlar atması gerekiyor. Roma bu krizle yalnız baş etmeye terk edilmemeli. Bu küresel ve her şeyden önce Avrupa tepkisi gerektiren bir krizdir” açıklaması yaparak, tepki gösterdi.
Büyükelçi Massari, “Bu, Avrupa dayanışmasına yönelik kötü bir sinyal veriyor” değerlendirmesinde bulunarak tıpkı sığınmacı krizinde olduğu gibi İtalya’nın yalnız bırakıldığını savundu. Yaşanan gelişmeler AB içinde yer alan gerici devletlerin ulusal çıkarları ekseninde çatışmayı derinleştirmiş, zaten bu eksende yürüyen mücadeleyi daha açık hale getirmiştir. Oluşan tablo AB’nin işçi ve emekçilere düşmanlıkta birleşen bir birlik, ortak gerici çıkarlarda “birleşen ve dayanışan” bir ruha sahip olduğunu gösteriyor.
AB yine es geçti!
Koordinasyon, planlama, uyarma, tavsiyede bulunma ve düzenleme, sunma, somut adımlar atma gibi görevleri yüklenen AB Komisyonu ise, tıpkı 2015’teki “sığınmacı krizi”nde olduğu gibi tepki vermekte geç kaldı. Ancak Komisyon’un tüm çağrılarına rağmen 5 ülke hariç 22 ülke, ya sınırlarını kapattı ya da iç sınır kontrolleri inşa ederek, serbest dolaşım öngören Schengen Anlaşması’nı fiilen askıya aldı.
Öte yandan Komisyon, dış sınırlarını geçici olarak “üçüncü ülke“ vatandaşlarına kapatma kararı aldı. Olası ekonomik durgunluğu atlatmak için 7,5 milyar Euroluk bir fon da sağlayacağını duyuran Komisyon, devlet desteğine ilişkin katı kuralları geç de olsa yumuşatacağını duyurmuş oldu. Oluşan tablonun yaratacağı tepkiyi bu şekilde manipüle etme yoluna gidildi.
Yeni tip Koronavirüs pandemiği, AB’yi ve hantal bürokrasisinin gerici yapısını, halkın çıkarına olmayan “birliklerini”, sermayenin güvenliğinin her şeyden önemli olduğu yaklaşımını, birlik içinde her devletin karşılıklı rakip ve çatışmalı güç olduğunu “kriz anında” daha görünür kıldı. Ulusal çıkarların, Birlik çıkarlarından önde geldiğini, birliğin tali çatışmanın esas olduğunu göstermiş oldu.
AB ülkeleri borç kurallarını askıya almayı kabul etti!
Koronavirüs krizine karşı mücadelede, “Avrupa Borç ve Açık Kuralları” ilk kez geçici olarak askıya alındı. Konuyla ilgili olarak AB Maliye Bakanları, “AB Komisyonu’nun İstikrar ve Büyüme Paktı” sözde genel önerisini onaylayarak anlaştıklarını açıkladılar.
İtalya, İspanya, Fransa ve diğer AB ülkeleri Koronavirüs pençesinde kıvranırlarken AB, “Bütünlüklü Önlem ve Tedbir” yöneliminden yoksun hareket ederek, ülkeleri kendi sorunlarıyla başbaşa bıraktı. Bırakmak zorunda kaldı. Maskeleri bir kez daha düştü. Krizi ve sorunu paylaşmak yerine daha güçlü çıkmak isteyen ulusal sermaye çıkarları belirgin hale geldi. İlerisi icin düşünülen nedir? Özelikle İtalya’da her gün katlanan vaka sayısı ile beraber gelinen aşamada beş binin üzerine çıkan ölü sayısına rağmen duyarsız kalan AB’nin dayanışma ruhu da gözler önüne serilmiş oldu. Emperyalist bir blok alan AB arasında zatan var olan güvensizliğin bu vesileyle körüklenmesi kaçınılmazdır. Bunun yanında AB’nin birlik ve dayanışma diye işçi sınıfı ve halk kesimlerine yutturmaya çalıştığı ideolojik-politik çizgisi daha güçlü sorgulanacak, bu süreç bu birliğin gerici karakterini halka anlatmayı bizim için kolaylaştıracaktır. AB’nin politikalarına ve kirli hesaplarına karşı daha güçlü ve etkin bir mücadeleye şimdiden hazırlanmamız gerekmektedir.
Koronavirüs sen imdata yetiş!
Şu an tüm hızıyla Avrupa’ya yayılan ve korku salan Koronavirüs, bir yandan gerçekleri gözler önüne sererken, diğer yandan emperyalist sistemin derinleşen krizinin kamuflesi olma özelliğini de içerisinde barındırmaktadır. Uzun zamana yayılan ve kronik bir hal alan emperyalizmin ekonomik krizi, gün geçtikçe işçi sınıfı ve emekçilerin yaşamına direkt etkide bulunmakla beraber, dipte biriken dalganın da yüzeye vurmasına olanak sağlamaktadır. Bu durumlarda egemen sınıfların en çok başvurdukları yöntem olan gündem değiştirme ya da öfkeyi-tepkiyi başka yerlere kanaliz etme çabası, çok da yabancı olunmayan bir durumdur. Avrupa’da yakın bir zamanda yeniden sıcaklığıyla beraber gündeme gelen ırkçı-faşist saldırılar ve gelişen ıkçılık, bunun somut örneklerinden birisidir.
ABD ve AB empeyalistlerinin Ortadoğu’daki işgal ve sürdürdükleri savaşla birlikte milyonlarca insan yerinden edilmiş ve göçe zorlanmış, ülkelerini terk etmek zorunda bırakılarak, mülteci konumuna düşmüştür. Bir yandan silah ve her türlü savaş malzemesi satarak karlarını katlayıp diğer yandan özellikle Ortadoğu’nun zenginlik kaynaklarına çöreklenerek geleceklerini garantileyen emperyalist haydutlar, 2015’te Avrupa’ya giden mültecilere gösterdikleri esnekliği yeni dönemde tekrar etmeyeceklerini dillendirmektedir.
Irkcılığın-faşizmin hızla artmasını mülteci ve ucuz iş gücüne bağlayan emperyalist AB, aynı zamanda aşırı sağın ve Irkçı/faşist partilerin gelişmesini de mültecilere bağlamaktalar. Böylece kendi politikalarını gizleme ve başka yerlerde arama çabasıyla eksen kaydırmaya çalışmaktadır. İşsizliğin, yoksulluğun temel nedeni emperyalizmdir. Sömürü, talan ve kazanılan hakların gasp edilmesi, işçilerin-ezilenlerin hak alma mücadelesinin önüne her türlü politik yöntemle terörize ve kriminalize eden yaklaşımı, ırkçılığın mültecilerden kaynaklı olduğu yalanını gözler önüne serecek kadar açıktır. Ucuz iş gücünü kısmi çözen AB şimdi de sermayedarların kalifiye işgücü talebine cevap olma uğraşındadır. Sermaye, ucuz kalifiye işgücü açlığını Almanya hükümetine dayata dursun, bu durum daha fazla yabancı düşmanlığının yükselmesini de beraberinde getirmektedir. Irkçıların kabaran öfkesi-şiddeti yabancılara ve mültecilere yönelmektedir.
Özelikle göçmen ve mültecilerin hedef gösterilmesi devletlerin bilincli bir politik yönelimidir. Devlet eliyle ırkçılık desteklenmekte ve her türlü olanak sağlanmaktadır. Bırakın yeni gelen mültecilerin hedef olmasını, Almaya’da doğmuş-büyümüş kesimler dahi hedef haline gelirken polis dizilerindeki operasyonları aratmayacak tarzda göçmenlerin gittikleri kafelere, restaurantlara, diskolara vs. yüzlerce polis eşliğinde operasyon yapıp, Medyayı da kullanarak toplumsal bir algı yaratılmakta ve ırkçılığın toplumsallaşmasının önü açılmaktalar. Yani bir yandan mülteciler kullanılarak ucuz işgücü sağlanmakta, diğer yandan açığa çıkan işsizliğin sebebi olarak yine mülteciler gösterilip tepkilerin kendi sistemlerine yönelmesini engelleme çabasına girmektedirler.
Hanau’daki katliam daha beynimizde çok taze. Bir Nazi, elini kolıunu salayarak(!) 9 kişiyi katlediyor. Sonra annesini ve kendisini vuruyor. Ancak olayda kullanılan silah birkaç gün sonra katilin arabasında bulunuyor. Son zamanlardaki en taze katliamlardan biri olan bu saldırı, öncesi ve sonrasıyla irdelendiğinde polis ve güvenlik güçleri içinden önemli destek aldıkları ve katliamın arkasında egemenlerin olduğu gerceğini ortaya koymaktadır.
NSU davasını hatırlayalım. Polis ve gizli servisin, Nazilerle ortak calıştıkları belgelendi ve ancak devlet mahkemede aklanarak, suç birkaç “Nazi”ye yıkılarak üstü kapatıldı.
Yine Berlin’de 2016’da Noel pazarına giren kamyonu hatırlayın. Sözde Tunus’lu bir kişi, Neol‘de katliam yapmıştı. Oysa mahkeme kayıtlarına bakılırsa Tunuslu’nun ne parmak izleri ne de başka bir ayrıntı bulanabilmişti. Alman gizli servisinin hem ırkcı hem de cihatçı saldırıların bizzat örgütleyicisi olduğu kanıtlanmaktadır. Bunlara benzer ırkçı katliam ve saldırıların hemen hemen hepsinde devletin parmağı olduğu gerceği gizlenememektedir.
Egemenler bir yandan sorun yaratıp diğer yandan sorunu kendileri dışında göstermede oldukça uzmandırlar. Aynı durum Koronavirüs salgını için de geçerlidir. Emperyalist kapitalizmin insanlığı olduğu kadar doğayı ve çevreyi de felakete sürükleyen politikalarının bir ürünü olarak ortaya çıkan Koronavirüs, her ne kadar Çin merkezli yayılsa da dünya emperyalist sisteminin bir ürünü olarak insanlığın başına bir felaket olarak gelmiştir.
Ancak gelinen tabloda egemenler, bu virüs salgınını da kendileri için bir araç olarak kullanmaktan hiç imtina etmemişlerdir. Koronavirüsü kendileri icin birer kurtuluş yolu olarak gören egemenler hem rakamlarla oynama hem de panik ve korkunun, belirsizliğin yaratılmasını emperyalimin krizi içerisinde pansuman tedbir olarak kullanmaktan geri durmamıştır. Panik havası estirilerek insanlar yanlızlaştırıldı. İnsan ilşkileri bilinçli bir tarzla birbirinden koparılarak bencil, egoist bir tutum geliştirmelerinin önü açıldı. Birilerinin ölümü, diğerini çok ilgilendirmeyen ve akraba, komşunun hasta ya da ölümü önemsenmemesi gereken bir panik havası yaratılmaya çalışıldı.
Koronvirüs, yine egemen sermaye icin çok daha büyük fırsatlar doğurmaktadır; 2008 krizindeki gibi banka ve kasalarda olan para havuzlarının açılmasını ve kendilerine peşkeş çekilmesini talep etmektedirler. Koronavirüsle hem kemer sıkma poitikası geliştirilecek hem sermayadarların biriken vergi ve diğer harçlarının ödenmemesinin önü açılacaktır. Halkın ve işçilerin, ezilenlerin biriken vegisine şimdiden göz dikilmiştir. AB ülkelerinde peşpeşe yapılan acıklamalarla trilyonları geçen, yardım paketi adı altında emperyalist sermayeyeye peşkeş çekileceği şimdiden açığa cıkmıştır.
On senede bir yaratılan krizlerle devlet kasaları boşaltılıyor. Bugün de Koronayla korkutulan, panikletilen, teslim alınmaya itilenlere bedeller ödetileceği gerceği yüzümüze çarpmaktadır.
Her ne kadar bir birlik olsa da AB üye ülkelerinin kendi sermaye temsilcilerinin çıkarlarının ön planda olduğu, Koronavirüsle bir kez daha açığa çıkmış oldu. Zaten bir çatırdama içerisinde olan AB ilişkileri, Koronavirüsle yeniden bir tartışma gündemi olarak ortaya çıkacağa benziyor. Her koyunun kendi bacağından asıldığı, Koronavirüs ile dayanışma ve birlik ruhu zayıflayan AB, kuşkusuz bu krizden bir şekilde çıkma çabasında olacaktır. Ancak bu çabadan işçi sınıfı ve emekçilerin hanesine yazılacak pek bir şey olmayacaktır. Sonuç her zamanki gibi elbette egemen sınıflar açısından ışık olacaktır. Zira sistem bunun üzerine kuruludur. Salgın krizini fırsata çeviren egemenler kendi içinde yaşayacakları çatırdamaların faturası da kuşkusuz emekçilerin hanesine eksi olarak yazılacaktır.
Koronavirüsle beraber görülmesi gereken bir başka gerçek de sorun yaratanların sorunları emekçiler cephesinden çözemeyeceğidir. Burada önemsenmesi gereken nokta, sitemin yaşadığı krizlerin emekçiler cephesinden de bir avantaj yarattığıdır. Okların yönelmesi gereken hedef, emperyalist kapitalist sistemdir.
UYUMA UYAN!
Bir Partizan Okuru