GERÇEK ANTİ EMPERYALİST VE ANTİ FAŞİST OLMAK !
Öncelikle yukarıdaki soruya yanıt vermek hem çok geç hem de çok erken olsa bile, gerçek olan; emperyalizmin ve Amerikan’ın ipiyle kuyuya inenlerin durumu pek de iç açıcı iyi değil. Emperyalizm kimsenin gözünün yaşına bakmaz. Önce dost gözükür, çıkarları gereği kullanabildiği kadar kullanır, işi bitince, vadesi bitince “canı cehenneme” der, yalnız bırakır, terki diyar eder ve gerekirse posasını çıkarır, itibarsızlaştırır, “terörist” ilan ederek yok etmeyi hedefler. Böylece kendini temize çıkarmaya, masum göstermeye çalışır. Dünyanın dört bir yanında bütün emperyalistlerin yaptığı budur. Yüzlerce yaşanan gerçek buna örnektir. Bütün emperyalistlerin karakteri aynıdır, dünya halklarının ve ezilen, bağımlı sömürge ulusların acıları bu gerçeklik üzerinde yaşanıyor. Bu anlamda şaşılacak bir durum söz konusu değildir. Bütün bu yaşananlar gelecekte emperyalist- kapitalist sermayenin yeni bir soykırıma perde araladığını göstermektedir. Dört parçada Kürt ulusu büyük bir soykırımla karşı-karşıya bulunmaktadır. Amerikan emperyalizmi gelecekte daha büyük saldırganlık için şeytanca oyun da oynuyor olabilir. Savaş hastası emperyalist devletin geleceğe hangi planlar yaptığını tahmin edebiliriz ama kesin bir tesbitten bahsedemeyiz. Amerikan Kongresinin Suriye’den çekileceğini açıklaması öncesi Türkiye’ye iki buçuk milyar dolar civarında Patriot ve silah satışını onaylaması bölgede yeni oyunlar planlıyor tehlikesini de beraberinde taşıyor. Hemen ardından İran-Türkiye buluşması, Suriye devletinin “Kürtlere yardım etmeyeceğini” açıklaması, Amerikan’ın Suriye’den çekileceğini bir hafta önceden bildiğini teyit etmesi, faşizmin başı Erdoğan’ın fazla horozlanıp atıp tutması, işgal tehditleri savurması, “Ansızın Fırat’ın ötesine girebileceklerini” açıklaması boşuna değil. Anlaşılan o ki, Kürdistan’ın dört parçasında hüküm süren emperyalizme göbekten bağımlı bölge devletleri Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi’ni hizaya getirmek için el altında anlaşmış bulunuyor. Amerikan emperyalizmi ve Rus emperyalizmi de bu taktik oyunun içinde gözüküyor. Ve sonuçta bütün emperyalist devletler Ortadoğu’da uzun vadeli çıkar ve kâr peşinde. Bu anlamda onlar için bütün Kürtlerin canı cehenneme, bir tek Kürt kalıncaya kadar kırıma uğraması ilgilendirmiyor” kimseyi. Tarihte yaşanan soykırımlara baktığımızda, açık açık gelen soykırım tehlikesini görmek, olabilecek en kanlı katliam olasılığının önüne geçmek insanlık görevidir. Bizim bölgemizde tüm acımasızlığıyla süren emperyalist paylaşım dalaşını boşa çıkarmayı en önemli görev sayarak, ülkemizde sınıf mücadelesini faşist diktatörlüğe karşı yükseltmek, her türlü mücadele aracı yanında, en etlili olanı olan silahlı mücadeleyi yükseltmek, faşist TC nin sınır ötesi işgalci ve ilhakçı saldırganlığına karşı en önemli görevdir. Öncelikle Kürt ulusuna karşı yönelecek katliam ve soykırım tehlikesine karşı, ülkemizde Türk hakim sınıflarının faşist devletine karşı devrimci mücadele büyütülmelidir.
Türkiye Devrimci Hareketi atmışlı yılı ve yetmişli yıllarda açık ve net bir ayrışım yaşadı. Öncelikle bir örgütün, partinin, grup veya bireyin ölçütü tutarlı antiemperyalist ve antifaşist olmasıyla belirlenirdi. Eğer ki, bir grup, örgüt, parti veya birey yukarıda ifade edilen kriterleri taşımıyorsa Türkiye ve Türkiye Kürdistan’ında fazla itibar görmez, daha kötüsü pek sevilmezlerdi. Öyle ki, yetmişli yılların başında komünist ve ihtilalci devrimcileri diğer tutarsız uzlaşmacı, reformist, yasalcı çalışmayı asıl alan güçlerden ayrıştıran en temel özellikti bu.
Devlet ve devrim sorununda, sosyalizm ve yeni demokratik devrime giden yolun belirlenmesinde tutarlı antifaşist ve antiemperyalist yol almak olmazsa olmaz bir özellikti. Bu devrimin dostlarını, düşmanlarını doğru belirlemeyi de beraberinde getirmektedir. Tam da bu ana noktada kopuş yaşanmaktaydı. Öyle de oldu. TKP/ ML, THKO, THKP-C antiemperyalist, antifaşist mücadelede tutarlılık temelinde önemli kopuşlar gösterdiler. Bu kopuş Türkiye ve Türkiye Kürdistan’ında ideolojik, siyasi ve örgütsel bazda belirleyici bir fay kırılmasıydı. Artık gerçek anlamda faşist Türk devletiyle, onu koruyan, kollayan, varlığını sürdürmesine vesile olan emperyalist sermaye devletleriyle kararlı, tutarlı ve tavizsiz mücadele başlatılmıştı. Bu bir dönüm noktası olaraktan kabul görmekteydi. Hüseyin İnan, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya Türkiye toprağına tam bağımsızlık için, antiemperyalist, antifaşist tohum attılar. Onların tutarlılığı faşist Türk devletinden her yönlü kopuşu ve “Tam Bağımsız Türkiye” istemeleri gerçekliğinden kaynağını alıyor. Devlet ve devrim sorununda, sosyalizm ve yeni demokratik devrime giden yolun belirlenmesinde tutarlı antifaşist ve antiemperyalist yol almak olmazsa olmaz bir özellikti.
Bu devrimin dostlarını, düşmanlarını doğru belirlemeyi de beraberinde getirmekteydi. Tamda bu ana noktada pasifizmle, reformizme, revizyonizmle köklü kopuş yaşanmaktaydı.
Onların faşist Türk devletine karşı mücadelede tavizsiz duruşu, silahlı mücadeleyi esas alması reformist ve yasakçılıktan tutarlı kopuşu beraberinde getiriyordu. Antiemperyalist, antifaşist mücadelede Tam Bağımsız Demokratik Türkiye istemeleri bu gerçeklikten kaynağını buluyordu. Bu noktada devlet ve devrim sorununu köklü, niteliksel bir dönüşüm görüyor, faşist Türk devletine karşı silahlı gerilla savaşı öngörüsü ile halk ordusunu inşasını zorunluluk görmekteydiler. Bu üç devrimci parti ve örgütlerin arasında ciddi ideolojik farklılıklar olmasına karşın, antiemperyalist mücadelenin aynı zamanda antifaşist mücadele olduğu, antifaşist mücadelenin ise antiemperyalist mücadeleden geçtiği bilinciyle hareket ederek eylem birliklerini, dayanışma ve devrimin müttefikliğini bu prensiple ele almaktaydılar. Atmışlı ve yetmişli yıllarda antiemperyalist ve antifaşist mücadelede tutarlı, kararlı ve ısrarlı duruşumuz ekilen devrimci, komünist tohumların bize özne olmasından kaynağını alıyordu. 12 Eylül 1980 yılında askeri faşist diktatörlüğe karşı mücadelede devrimci örgütlerin çoğunluğu antifaşist mücadeleyi, anti emperyalist mücadelede ile iç içe, birbirine bağlantılı ve bağlılık noktasında ele aldı. Günümüzle kıyaslanmaz bir tutarlılık taşımaktaydı. Zamanla devrimci çizginin, devrîm yapma ve halk iktidarı kurmada “kendimizi aşma, yenilenme, yeni taktik ve stratejik belirlemeler yapma” adına derin kırılmalar yaşandı.
Özellikle 1987- 88 dönemi “sosyalist sistem” denen Rus emperyalizminin tekelci devlet mülkiyetinden, özel tekelci mülkiyet sistemine geçişi ile birlikte antiemperyalist mücadelede ve antikapitalist mücadelede kırılmalar ve de yıkımlar yaşandı. Neredeyse eski “sosyalistlerin ezici çoğunluğu ” emperyalist ve kapitalist sistem seçicisi oluverdiler. Öyle ki, “sınıf savaşlarının son bulduğunu, burjuva demokrasilerinin insanlığın özgürlüğünü sağladığı” kehanetinde dahi bulundular. Bugün hâlâ geçmişin derin izlerini taşıyan antiemperyalist mücadele ruhunun kırlımasının etkisi çok yönlü, ama sinsi şekliyle devam ediyor.
Bunun en somut örneğini ülkemizde ve bölgemizde yaşamaktayız. Son yıllarda antiemperyalist mücadelenin içi boşaltıldı. İşgalci emperyalist devlet/ devletler gizli, sistemli bir politik tutumla “ilerici, demokrat, kurtarıcı gösterilmeye çalışıldı. Neredeyse “Suriye’nin işgali meşru görülme” basiretsizliğine düşüldü. Bugünde aynı ikircikli, kaypak, çıkarcı ilişkiler, pratik tutumlarla devam ettiriliyor.
Başını ABD’nin çektiği emperyalist NATO’nun ve diğer emperyalist güçlerin Suriye’yi işgal etmesine karşı komünistler dahil, bütün devrimci güçler yanlış bir tavır alış, konumlanış ve önemsemezlik içinde oldular.
“Faşist Türk devletine karşı birlik ve ortak mücadele” adı altında işgalci ABD’nin ve NATO’nun kanatları altında kime karşı mücadele ettiklerini bir türlü netleştirmeyen bazı yolunu şaşırmış devrimci yapıların eleştirilere karşılık olarak dillendirdiği “Kürt düşmanlığı” veya “ince şovenizm yapmak” suçlaması abestir.
Rojava ve Kürdistan’ın dört parçasında KÜRT ulusunun Kendi Kaderini Kendisinin özgürce tayin etmesi, gerçek anlamda antifaşist, antiemperyalist olmaktan ve buna uygun politik çizgide mücadele etmekten geçiyor.
28-12-2018
ALİ HAYDAR MUNZUR