Faşist diktatörlüğün İçişleri Bakanı Süleyman Soylu açlık grevinde olan ve tutuklanan Semih Özakça ve Nuriye Gülmen hakkında 25 Mayıs 2017’de açıklamalar yaptı.
Süleyman Soylu, açıklamasında hak ve özgürlük mücadelesi yürütenleri faşizmin klasik söylemlerini kullanarak hedef aldı.
Süleyman Soylu, “Bu kişiler daha önce defalarca gözaltına alındılar. 25 kez gözaltına alındılar, defalarca tutuklanmışlar, devlet memuru. Biri öğretmenmiş, biri de akademisyen. Kusura bakmasınlar biz çocuklarımızı terörist olarak eğitsinler diye okula göndermiyoruz. Çocuklarımızı eğitim alsınlar diye teröristlerin eline teslim edemeyiz.
Terör örgütü adına basın açıklaması yaparken tutuklanmışlar. Nuriye Gülmen’in bir zamanlar Fehriye Erdal’a yaptıkları gibi şirin fotoğraflarını asıyorlar. Ben size hikayesini anlatayım; DHKP-C’ye yönelik operasyonlar çerçevesinde örgütün dış yapılanmasında olduğu gerekçesiyle hakkında arama kararı çıkıyor. 9 Mayıs 2012 tarihinde yakalanıyor, tutuklanıyor ve sonra 1 Nisan 2015’de salındıktan sonra yeniden gözaltına alınıyor.
10 Nisan 2015’de açığa alınıyor. Arkadaşlarımız uzun bir liste vermişler. DHKP-C mensubu kişilerle örgüt adına çalışma, afiş asma… Bu anlattıklarım OHAL’den önce olan şeyler. Yani bu kişinin DHKP-C ile organik bir bağı söz konusu. İstanbul 24. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından hakkında gözaltı kararı verilmiş. Nerede gözaltına alınmış üniversitede.” diyerek demokratik hak ve özgürlük mücadelesine faşizmin yaklaşımlarını oldukça açık bir dille bir kez daha ifade etti.
Faşizm en küçük demokratik hak talebine karşı devletin her türlü zor aygıtını devreye sokarak bastırmayı destur edinmiş bir devlet biçimidir. Demokratik mücadeleyi “terör” torbasına sokarak toplumu sindirmek politik bir tutum olarak ortaya çıkar. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın da demokratik talep ve istemler doğrultusunda yürüttüğü mücadele de devletin uyguladığı baskı ve sindirmeyi, yapılan gözaltıları “bunlar terörist” diyerek meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Bu geleneksel devlet söylemidir. “Eşkiya, komünist, anarşist, terörist” söylemleri dönemin ruhuna uygun olarak toplumsal muhalefete saldırmak için kullanılan argümanlardır. Bu dönemde “toplusal muhalefeti” terörizm olarak yaftalamak ve zayıf düşürmek geçer akça olmuştur. Faşizme göre işten atılmaya karşı direnmek, legal dergi dağıtmak, afiş asmak, sendikal örgütlenme yürütmek, bildiri dağıtmak, devletin uygulamalarını ve Tayyip Erdoğan’ı eleştirmek “terörizm” faaliyetidir.
Süleyman Soylu 94 yıllık TC geleneklerinin emrettiği zihniyet ve ona uygun dille soruna yaklaşmakta ve tutum almaktadır.
Yapılan açlık grevine yaklaşım ise 1996’da Ölüm Oruçlarına karşı Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın yürüttüğü psikolojik savaşın bir kopyası olmuştur. “Yiyorlar, içiyorlar, ertesi sabah 9’da oradaki yerlerine gidiyorlar. Doktora muayeneye gidiyorlar, kendi istedikleri gibi rapor vermedi diye doktoru hedef gösterip linç etmeye çalışıyorlar.” diyen Süleyman Soylu faşizmin Ölüm Orucu ve açlık grevlerine karşı geleneksel yaklaşımını sürdürmüştür. “Soysuz” bir devletin “Soysuz” iç işleri bakanının ziyniyeti ve dayandığı devlet biçimi bunu zorunlu kılmaktadır. Hatırlanacağı gibi Zamanın adalet bakanı “yiyorlar içiyorlar” dediğinde peş peşe ölümler gelmiş 12 devrimci şehit olmuş, yüzlercesi ölüm orucundan kaynaklı kalıcı sakatlıklar yaşamıştır. Faşizm yalan, psikolojik savaş ve hak mücadelelerine karşı düşmanlıkla şekillenen bir sistematiğe sahiptir.
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın onurlu ve demokratik direnişini faşizmin ne psikolojik savaşı ne yalanları ne de saldırıları gölgelemeyecek ve engelleyemeyecektir. Bu onurlu ve demokratik direnişi sahiplenelim, destek verelim.