Belki yanlış anlayacaksınız, belki ne alaka diyeceksiniz, belki karşı çıkacaksınız ama bilen bilir, sözümü sakınmam, en azından içimden gelen neyse o an söylerim. Bu yazım da aynen bu çizgidedir.
Barbaros Şansal’ı, dünyanın gözü önünde uluslararası bir hava alanının apronunda uçaktan inerken linç ettiler. Hem de en adi, en fütursuz, en korkak şekilde; önceden kurulu kameralar önünde topluca ölümüne linç ettiler. Buradaki mesaj açıktı ve hepimizeydi, “Bizim beğenmediğimiz, istemediğimiz şekilde konuşur veya davranırsanız, sonunuz dünyanın gözü önünde böyle linç edilmek olur!”
Yetmedi şerefsizce yapılan bu linç olayının hemen üstüne Barbaros’u gözaltına alıp ardından da aylarca tecrit altında kalacağı mahpus hücresine attılar. İşkenceler, tacizler gırla… Tüm bu süreç boyunca kişiliğiyle onuruyla oynamaya çalıştılar, nafile başaramadılar.
Hadi neyse ki sonunda bırakıldı artık kurtuldu, dedik ama işte Barbaros bu, direnmek genetiğinde var. Yaşadığı onca acıya rağmen durmadı; tutuklamalardan, gözaltılardan, katliamlardan bahsetti, “Nuriye Semih Yaşasın” dedi, “Acun hoca yalnız değildir” dedi, gazeteciler için, tutuklu siyasetçi ve avukatlar için kendini ortaya koydu. Yetmedi KHK dedi, OHAL dedi, tek adam rejimini “tiye” aldı, dolar artışını, ekonomik çöküşü, mali politikayı ironiyle halka anlatmaya çalıştı. Kimi ona ‘deli‘ dedi, kimi onun yaptığı ironileri bile anlayamayacak kadar beyin terkti.
Şimdi de gasp, haraç dahil bir ton adi suçtan tutuklanan Sabri varyantı başka bir gerzek aşımı piyonu onun üstüne saldırtıyorlar. Tüm AKP medyası da ağızlar bir karış, zevkten dört köşe… Sırtını AVM çetesine dayamış korkak sürüsünün ağzından deyim yerindeyse “merdiven altı” bandrolsüz kımız fışkırıyor. Sanki ülke boka batmamış, güzel ülkenin insanları açlıktan yoksulluktan bokunda boğulmuyormuş gibi… Bu hüloğ nesli için tek çözüm Barbaros’a ezber laflarla saldıran tek hücrelinin üçüncü sınıf faşist sloganları.
Haklı olarak “Peki bu olanlarda bizim suçumuz ne?” diye soruyorsunuz. Peşinen söyleyeyim suçumuz var, hem de büyük.. Nasıl mı? Güzel günlerin hızla geçtiği, adına tonla hikayenin anlatıldığı ve bizlerin gerçek anlamda birlik olduğu o unutulmaz 2013 Haziran gününü hatırla! Hani basit bir nargile dükkanı olan Sabri, o yaz akşamında saat 19:00’ı geçerken Gezi’den dönen kadınların üstüne palasıyla saldırmış hemen sonra da #EveDönüyoruz tagı ile insanları eve döndürmek için büyük çaba harcanmıştı ya, o günü unutmamışsınızdır umarım.. Tokat vurana “Ne diyorsun lan?” diyen eylemci saniyesinde online olarak provokatör ilan edilmişti ya… O günün sonunda da nargileci Sabri, “palalı” Sabri’ye terfi olmuştu hem de jet hızıyla.
Oysa ki o ‘kör’ palayı iyice bileyip Sabri’ye ömür boyu taşıyabileceği şekilde monte edebilseydik bugün Sabri denen faşist, Beyoğlu’nda kendini mafya ilan edip, yanına üç beş çakal ve “yüce devletim” dediği rüşvetçi polis üniformalı soyguncuları da alıp, Beyoğlu’nda oraya buraya ateş edip terör estirmezdi değil mi? Önceki gün basit bir nargileci olan dallama, koskoca Beyoğlu esnafını haraca bağlamazdı değil mi?
“Beyoğlu gibi yerde nasıl bu salak söz geçirir yahu?” dediğinizi duyar gibiyim, bu soruyu da Beyoğlu’nu terk edip Kadıköy semalarına sponsor eşliğinde “sokakta hayat var” bayrağı açanlara, “Taksim bitti yeaa!” deyip gemiyi ilk terk eden laboratuvar solcularına sorun! Selpak mendil satan çocukla oturup kaçak çay içerek muhabbet eden o babacan eski kabadayılar mı (?), onlar biteli, yerlerini “modern pavyon fedailerine” bırakalı yıllar oldu…
Eh işte bu Sabri olmasaydı veya gereken cevabı alsaydı, binlerce öğrencinin bursunu sağlayan Barbaros’a emniyetçi ağabeylerinin ezberlettiği “vatan” sosuna batırılmış küfürleri söyleyerek saldıran ve binlerce öğrencinin rızkını yiyen bu dolandırıcı Burkay Büsküvütçüdenen pekzevzekte olmayacaktı.
Haraç kesmekten, zorla senet imzalatmaya kadar tonla suçu olan ve Kıbrıs kumarhanelerinde “ayakçı takımı” olarak tanınan Burkay Büsküvütçü denen “milliyetçi parti” lideri, aslında bildiğin kumarhane önünde marka toplayan zavallının teki, tıpkı mahkeme savcısına hatta üzerine ifade veren polise bile “Terörist misin ulan sen?” diyen Palalı Sabri gibi karşısındakine terörist dediği anda devleti arkasına alan “modern dolandırıcı” modellerinden sadece biri.. Yeter ki adının başına “milliyetçi” “devletçi” diye takı koy, karşıdakine de “terörist” dedin mi bu ülkede senden kralı yok! Geçen günlerde “Ömer Halisdemir” adıyla tantunici açıp Halisdemir’in fotosunu camekanına basan esnaf gibi işte. Tek farkı tantunici ‘insan eti’ üstünden satış yapmıyor.
Ali İsmail’e tekme atanla Barbaos’a yumruk atan, Cumartesi Annelerine küfür edenle Nazan Bozkurt’a küfür eden, şortu kısa diye kadınları taciz edenle, küpeli diye gençleri taciz eden aynı familyanın üyesi, aynı elin parmaklarıdır. Hani diyorlar ya, nesilden nesile…
Tam da bu yüzden suç bizde! Bizim “biz” olmamızı kullanıyorlar! Örneğin bizlerin “ya boşver” deyişini kullanıyorlar “değmez ya” ölçüsünü kullanıyorlar, “bunla mı uğraşacağım” rahatlığını kullanıyorlar. Bizlerin “sol duyu” hassasiyetini, aklı selimliğini, vicdanını ve her şeyden de öte empatisini kullanıyorlar.
Adamlarda mantık basit, “Nasıl olsa bunların aklı başında, bizim gibi gerizekalı değiller, bizle aynı seviyeye düşmez!” diyorlar ve saldırıyorlar; her saldırılarında da boyut büyüyor, atladıkları level çoğunluğu azınlık hissettiriyor daha da korkutuyor; bu sürünceme öylece gidiyor, müdahale eden de yok, hala; “Halk belki kendi kendine ayaklanır da ‘dur’ der!” diye kozmos duasına çıkanlar da azımsanacak gibi değil…
İnanın bizim bu durumumuz, artık “insancıl-hümanist” bir felsefeyle meşrulaştırılacak bir durum değil, düpedüz “yüzde bin” boyutunda aptallık! Belki uzmanlar buna “kanıksanmış saftiriklik” der ama kesinlikle doğal karşılamazlar, emin olun. Dedik ya, biz böyle davrandıkça, onlar seviyeyi yükseltiyor, seviyeyi bir adım daha arttırıyor. Her geçen günün daha kötü olmasının sebebi bizim “ne olduğumuzu, kim olduğumuzu…” ve aslında gücümüzün boyutunu unutmamız. Biz kendimizi unuttuk.
Biz kendini dokunulmaz sanan kimilerini Afrika’ya aynı gece yolcu edenleriz, unutmayın! Bunlar Afrika’dayken, “dönüş biletlerini” bizlerin sol duyusuna, gözümüzü mermilerle kör edene karşı duyduğumuz insaf ve bağışlama duygusuna, en ufak fikir ayrılığında bin parça oluşumuza göre aldılar unutmayın! Aslında bu sayede de “börek çörek ve çiçek” üçlüsünün iyi bir savunma aracı olmadığını anlamıştık ama “fabrika ayarları” tuşunun üstünde hep bir parmak basılı nedense (?) Tam ilerledik dediğimiz an, kulağımızda “birinci vazifen” ile başlayan ant ve üstümüzde beyaz yakalı siyah önlük bitiyor. Ki bunu Orhan Tunç ölümüyle anlattı. Umarım bu şuan anlattıklarımı da “Bêkes bebek” büyüdüğünde yeniden anlatmak zorunda kalmaz!
Bilmemiz gereken birinci şey; hepimiz attığımız sloganlardan daha değerliyiz, İkinci şey; sloganlar gerçekleştirmek içindir, kendi pratiğimizin sloganı olalım veya hangi sloganı gerçekleştirdik bir kendimize soralım, lütfen!
****
Sonuç yerine; elbette sizlere “Sol duyunuzu bırakın, kıyasıya kavga edin!” demiyorum. Fakat bizler “Aman kimseye karışmadan sessiz sakin ve ne olursa olsun evimize sağ salim gidelim!” dedikçe onlar dozajı biraz daha arttırıyor, leveli bir üste çekiyor. Sonra biri çıkıp “Git lan karakola istersen!” deyip tüm değerlerimize küfür ederek; bizi, kardeşimizi anamızı arkadaşımızı dövüyor, kah okulda Onur’a, mahpusta Cevahir’e, sokakta Aysel’e, otobüste Nazan’a, apronda Barbaros’a saldırıyorlar. Çünkü saldırdıkları yerde çoğunluk “Aman bunu görmeyeyim, evime sapasağlam gideyim!” diyor…
İşte saldıran suçlu ama olay anında evine sağlam dönmek istediği için kafasını öteki tarafa çevirenin hiç mi suçu yok? Sorum bu ve cevabı biliyoruz sanırım! Barbaros’un yaşadıklarına “arkadaş arasında” veya kendi sosyal medya hesabında tepki veriyorsun ama sen okulda mahallende iş yerinde buna benzer her gün bir çok olay yaşamıyor musun? Evine mi dönüyorsun yoksa kalıp mücadele mi ediyorsun?
Ha burjuva medya hep bir ağızdan söylüyor “Barbaros sustu!” diye. Barbaros gerzeğin biriyle muhatap olmadı, o bir entellektüel, beyninde bir kütüphane taşıyor ve salağın birine anlamayacağı bir cevap vermemek için de “kitap gibi” sessiz kalıp, sustu. Ama asıl bana göre Barbaros neden mi suskundu? Çünkü onu yalnız bırakıyorsun; bırakıyoruz…Eğer bugün Barbaros “Türkiye’de can güvenliğim yok” diyor ve etkinliklerini iptal ediyorsa, evvela soruyu kendimize soralım, ‘neden’ diye…
Boğazı kuruyan insana ‘su vermek’ lazım değil mi? Sıra sana geldi ve dikkat et ‘su’ bulamazsın, dereler kuruyor..
Bir düşün ve bu defa evine dönmemeyi dene!
-Düşünmek isterim ama özgürlüğümü kaybetmek istemiyorum!
+Özgür müsün?
-Denemek isterim ama ölebilirim?
+Yaşıyor musun?
Taylan Kulaçoğlu / GazeteTAMAM.com