1990’lı yıllar, Türkiye genelinde toplumsal mücadelenin görece ivme kazandığı yıllar olmuştu. Bir yandan 1989 bahar eylemlilikleri, 1991 madenci yürüyüşü, 1994-95 Türk-İş eylemleri, aynı süreçte kamu emekçilerinin ve öğrenci gençliğin hareketi, diğer yanda Kürt ulusal hareketinin yükselişi. Bütün bu ortam, pek çok devrimci- siyasi örgütün az da olsa yeni kadrolar kazanarak güçlenmesine neden olmuştu.
Aynı süreçte devlet, devletin baş belası, devrimcilerin ise bir mücadele mevzii olarak gördüğü cezaevlerine de saldıracaktı. Buca, Diyarbakır ve Ümraniye cezaevi katliamı bu dönemde yaşanacaktı.
Bunun da ötesinde 1996 yılında Refah-Yol Hükümeti döneminde, Mehmet Ağar’ın adalet bakanı olduğu dönemde, siyasi tutukluların, “tabutluk” olarak nitelediği Eskişehir Cezaevi açılmak istenince devrimci tutukluların cevabı açlık grevleri ve ölüm oruçları biçiminde olmuştu. Ölüm oruçları sonunda 12 tutsak hayatını kaybetmişti.
1990’lı yılların sonunda ise devlet artık F-tipi uygulamasına geçişte kararlı görünüyordu. Bunun için cezaevlerindeki ve dışarıdaki direncin kırılması gerekiyordu. İşte bu planların gerçekleştirilebilmesi için ilk prova 1999 yılında eylül ayı sonunda Ulucanlar Cezaevi’nde uygulandı. Basının ve haber kaynaklarının iddiasına göre 25 Eylül tarihinde Ankara Ulucanlar Cezaevinde isyan çıkmıştı.
Sonraki günlerde verilen haberlerde ise, görevlilerin gerekeni yaptığı ve isyanın bastırıldığı haber verilmekteydi. Oysa olay isyan bastırma değil, yeni bir katliamdı. Geride 10 ölü kalmıştı ve pek çok yaralı vardı. Yaralı ve diğer sağ kalan mahkum ve tutuklular çeşitli cezaevlerine sevk edildi. Böylece Ulucanlar’daki direniş bir ölçüde kırılmış oluyordu.
Fakat DSP-ANAP-MHP hükümeti asıl saldırı planını bir sonraki sene için hazırlıyordu. 2000 yılı içersinde hükümet F-tipi cezaevlerine geçişte kararlı olduğunu açıkladı. F-tipi cezaevlerinin izolasyon içerdiği gerekçesiyle devrimci tutsaklar aynı yıl içersinde ekim ayında açlık grevlerine başlayacaktı. Konuya kamuoyunun ilgisinin artması üzerine DGM kararıyla konuyla ilgili yayın yasağı getirildi. Ardında MGK’da onaylanan bir kararla 19 Aralık 2000 tarihinde Türkiye genelindeki cezaevlerine operasyon düzenlendi. Cezaevlerinden alınan tutuklular f-tipi cezaevlerine nakledildi ve böylece f-tipi cezaevleri fiili olarak hayata geçti. 19 Aralık katliamı ve daha sonra devam eden ölüm oruçları ve açlık grevlerinde 2005 yılına gelindiğinde toplam 122 kişi hayatını kaybedecekti.
Unutmamak gerekir ki, önceki cezaevleri katliamlarında olduğu gibi, Ulucanlar ve 19 Aralık katliamlarında saldırıların psikolojik harekat ayağını burjuva medya oluşturdu. Burjuva medya dezenformasyon ve gerçek dışı haberlerle kitleleri yanlış yönlendirmede önemli bir rol oynadı.
26 Eylül 1999 da devlet Ulucanlar’da çok açık bir şekilde katliam yaptı.
Katledilen devrimcilerin isimleri:
Ümit Altıntaş (TKİP)
Abuzer Çat (MLKP)
Zafer Kırbıyık (TİKB)
Halil Türker (TKP/ML)
Habip Gül (TKİP)
İsmet Kavaklıoğlu (DHKP/C)
Önder Gençarslan (TKP/ML)
Aziz Dönmez (DHKP/C)
Ahmet Savran (DHKP/C)
Mahir Emsalsiz (TKP/ML)
26 Eylül 1999 da devlet Ulucanlar’da çok açık bir şekilde katliam yaptı. Devrimci tutsakların direnişi berraktır, nettir. Katliamlar, saldırılar karşısında onların inançları, halka olan sevgileridir. Doğru yaptıklarına olan inançlarıdır. Devrimciler meşrudur. Meşru olmayan bu düzendir. İnandığı dava için, devrim için, halk için mücadele edip her şeyi göze alanları hiçbir güç yenememiştir. Buca, Ümraniye, 84 ve 96 Ölüm Oruçları, Ulucanlar’da ölümüne direniş bunun kanıtıdır.
Unutmadık, unutturmayacağız!.