Özerk-Demokratik Üniversiteler Mücadelesini Yükseltelim!
Üniversitelerin bilimsel eğitim anlayışı her dönem tartışma konusu olmuştur. Türkiye’de bu sorun cumhuriyetin kuruluşundan bugüne yaşanan önemli bir sorundur. Bilimle toplum, bilimle devlet, bilimle üretim ilişkilerinin ilişkisi bilim için sürekli bir frenleyici, kısıtlayıcı engel olmuştur. Geri toplumsal yapı, faşist siyasal biçim ve feodal kalıntıların belirleyici olduğu ilişkiler fikirsel, felsefi, entelektüel, sanatsal yaşamın çeşitlenmesini zenginleşmesini kısıtladığı gibi bilimle ilişkilenme ve bilimin gelişiminde de ciddi bir sorundur. Bu bağlamda cumhuriyetin kuruluşundan itibaren üniversiteler sistemin etkin kontrolü, denetimi, zapturapt altına alınması ve kısıtlanmasını içermiştir. Bilim insanları sistemle uyumlu olduğu oranda muteber olmuştur. Ancak daha önemlisi akademi hayatının sistem tarafından baskılanması ve kendi siyasal rejimine zarar vermeyecek şekilde dizayn edilmesi düşün dünyasını çölleştirdiği gibi, akademik yaşamın ilişkilerin ve düzeninde bu ihtiyaçlara göre dizayn edilmesini getirmiştir. Bu durum yetersiz ekonomik yapının eğitime ayırdığı sınırlı kaynaklarla birleştiğinde ise bilim ve bilimsel çalışmaların dar olanaklarla gelişmesi mümkün olmamıştır.
Üniversitelerin yönetim sistemi faşist rejimin ihtiyaçlarına göre düzenlenmiş, akademisyenlerin var olma koşullarının buna güçlü bir uyum sağlaması şartı belirlenmiştir. Bunun dışına çıkanlar ise ağır siyasal baskı, ideolojik kuşatma ve mesleklerinden men etmeye kadar varan ve kimi dönemlerde ise tutuklama, soruşturma baskılarına maruz kalmışlardır.
Bu tablo üniversitelerin bilimsel eğitim olanaklarından yoksun kalmasına, akademik özgürlüğün hiçleştirilmesine, demokratik yapının ortadan kalkmasına yol açmıştır. 1960’lardan 1981 YÖK’ün kurulmasına kadar üniversiteler görece özgürlükçü bir iklimin içine girmiştir. Özellikle 68’ hareketinin tüm dünyayı etkisi altına alan isyan ve özgürlük ruhu coğrafyamızdaki öğrenci gençlik hareketini de ivmelendirmiştir. Daha hızlı gelişen akademik yaşam, toplumsal muhalefetin gücü, etkili öğrenci hareketleri ve arayışlar bu alandaki boşluklardan sızmaları ve bu özgürlükçü alanın oluşmasını getirmiştir. 1980 askeri darbesi ve bunun ürünü olan YÖK ile birlikte üniversiteler adeta birer kışla gibi ele alınmaya başlanmıştır. Birçok akademisyen AFC saldırısı ile tasfiye edilmiş, baskılanmış veya sindirilmiştir.
AKADEMİNİN ÇÖLLEŞTİRİLMESİNDE YÖK’ÜN İŞLEVİ
YÖK ise bu alanın zapturapt altına alınması için devletin güçlü bir yapılanması olarak örgütlenmiştir. Üniversitelerin yönetim anlayışı devletin tam denetimine girmiş, akademisyenlerin ve öğrencilerin bu alanda söz, karar ve yetkileri asla olmamıştır, bu kesimlerin örgütlü güçleri dağıtılmış ve susturulmuştur, sadece üniversitelerde politik canlılık ve devrimci mücadele hedef alınmamış aynı zamanda sosyal-bilimsel-fikirsel canlılık da bu şekilde darbelenmiştir. Anti-bilimsel, anti-demokratik yöntemlerle üniversiteler idare edilmeye, idari şekilleniş YÖK’ten başlayarak Cumhurbaşkanlığına doğrudan bağlanmaya kadar vardırılmış, bu alanların özerk ve kendi özgünlüğünde merkezler olunmasının tersinde her türlü adımlar atılmıştır. Asker ve polis denetimiyle güvenlik ağları kurulmuş, akademisyen ve öğrenci çevresinde işbirlikçi ağlar yaratılmış, sisteme uyumlu kesimlerin akademik kariyerinin önü bilimsel çalışmalarına bakılmaksızın açılırken ciddi bilimsel çalışmalara imza atan kesimler sisteme uyumsuz olduğu oranda engellenmiş sıradanlaştırılmıştır. Öğrenciler üzerinde ağır ve yoğun bir baskı yanında, bilimsel çalışmalara ilgi uyandıracak bir yönelim sunma yerine gelişen ve yaygın üniversiteler kurularak bu alanların sadece sosyalleşme alanına çevrilmesi örgütlenmiştir. Nitelikli, bilimsel üniversiteler oluşturma bunu besleme yerine bunu dağıtan ve olabildiğince niteliksiz üniversitelerin yayılması sağlanmıştır. YÖK tüm bu kurulmuş ağ üzerinde sıkı ve etkin bir denetim kurmuş ve zamanla bu alanları bir rant sahasına çevirmiştir. Eğitimin temel hak olması ilkesi kenara bırakıldığı gibi olabildiğince paralı hale getirilmiştir. Bugün anti bilimsel, anti-demokratik, devletin direkt denetimi ve kontrolü altında ve paralı eğitim sistemi “normal” hale gelmiştir.
Üniversitelerin yönetilme biçimi, idari yapısı, yönetim şeklinin oluşturulması bu alanların bağımsız, özgür alanlar olmasını yok sayma üzerine planlanmıştır. 1981’den 1992’ye kadar rektörler ve yönetim de dahil doğrudan YÖK ve Cumhurbaşkanı tarafından belirlenmiştir. 1992’de YÖK yasasında yapılan düzenleme ile öğretim görevlileri sürece dahil edilmiş ve seçim sistemi gelmiştir. Nihayet üniversitelerin asli unsurlarından olan öğrenci ve öğretim üyelerine temel hak verilmiştir. Ancak en çok oyu alan 6 aday arasında YÖK’ün eleyerek istediği üç adayı Cumhurbaşkanına sunması ve Cumhurbaşkanının alınan oya bakmaksızın en uygun kişiyi atamasını ön gören bir düzenleme… Bu düzenleme rektörlük seçimlerinde öğretim görevlilerine verilen hakkın göstermelik olmasının ötesine geçmemiştir. 1992-2016 arasında akademisyenlerden en çok oy alan rektörlerin YÖK tarafından üç kişilik kontenjana giremediği girse bile Cumhurbaşkanı tarafından atanmadığı örnekler mezarı olmuştur.
Son dört yıllık süreç YÖK yasası ve eğitim anlayışı ile üniversiteleri dikensiz, sükunetle durması ön görülen bir zincirle sıkı şekilde bağlamıştır. Üniversitelerde artık bilimsel eğitim, akademik özgürlük ve göstermelik demokratik haklar bir yana kırıntıların dahi gasp edildiği bir sistemle örülmüş ve yapılandırılmıştır. Paralı eğitim sistemi sermayeye üniversitelerin peşkeş çekildiği, burs sistemi vs. ile sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillenmeyi öğrenciye dayatan daha derin düzeye ulaşmıştır. Okuldan mezun olup işsizler ordusunun neferi olmamak olanaklı değildir. Sermaye üniversiteleri bir ahtapot gibi sararken kendi ihtiyaçlarına uygun çalışmalar yapma şartı ile akademik özgürlüğe ikinci zinciri de güçlü şekilde atmıştır.
Boğaziçi Üniversitesi’nde yeni rektörün atanmasına karşı verilen tepki özünde özerk-demokratik üniversiteler isteminin, arayışının ve özleminin bir sonucudur. Nesneleşmiş öğrenciler, nesneleşmiş akademisyenler, bitmek bilmez baskılar, atamalardaki aşağılayıcı pervasızlık sorunları biriktirmiş ve Boğaziçi gibi bir üniversitede yapılan atamayla patlamaya dönüşmüştür. Bu tepki, bu üniversitenin özgünlüğüyle ve belli gelenekleriyle açıklanabilir yanları barındırmakla birlikte artık bu noktada ulaşılan pervasızlığın ve yönetim anlayışına ve yaklaşımına duyulan tepkinin bir sonucudur. Bu bağlamda biat etmekten bıkan, baskılanmaktan usanan, hiçbir hakkı olmaksızın sadece amfileri doldurup sorumluluğunu yerine getirmeyi dayatan makinalaştırmaya karşı bir tepkidir. Sorun ise geneldir. Bu özgülde mücadele ve kavganın özerk üniversiteler, demokratik üniversiteler formülasyonuna kavuşması önemlidir. Buradan çıkan tepki ve buna verilen toplumsal destek ülkenin politize olmuş yapısı ve sistemden rahatsızlığın bir sonucu iken, diğer bir yan ve dinamik ise özerk ve demokratik üniversite talepli mücadeleye yönelik işaret tabelası olma durumudur. Hızla özerk ve demokratik üniversite talebi ekseninde bir hat örülmelidir. Öncelikle son dört yılda nasıl bir uygulama yapıldığı, akademik yaşamdaki ağır baskı, öğrencilerden sonra öğretim görevlilerinin de göstermelik haklarının dahi nasıl gasp edildiği anlatılmalıdır. Ancak sorunun YÖK’ten başlayan yapısı ve yasal düzenlemelere dayandığı aktarılmalıdır.
Bu bağlamda somut ve net bir özerk-demokratik üniversite anlayışı nedir sorusuna yanıt verecek materyal ve mücadele programı hazırlanmalıdır. Öğrencilerin ve öğretim görevlilerinin tüm idari yapıda devre dışı bırakılması, Cumhurbaşkanlığının denetiminde bir yönetim anlayışı teşhir edilmelidir. Adeta tek bir rektör vardır o da Cumhurbaşkanı. Tüm üniversitelerin rektörü odur. Atadığı görevliler ise rektörlük görevinden çok belirlenmiş çerçeve ve sistemin ihtiyaçlarına uygun olan memurlardır. Bunlar sarih ve net biçimde ortaya konmalıdır. Tüm devrimci-demokratik gençlik özneleri demokratik üniversite talebini net bir şekilde dillendirilerek bu eksende ortak mücadeleyi büyütülmelidir.